Dini Diyanet’ten kurtarmak
“Her kim idarecileri hoşnut etmek için Allah’ın rızasına aykırı biçimde konuşursa, Allah’ın dininden çıkmıştır.” (Hazreti Muhammed)
“O halde artık zulüm ve baskı kalmayıncaya ve din Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın…” (Bakara 193)
Bir süre önce Diyanet İşleri Başkanlığı’na Kur’an meallerini inceleme ve “İslam’ın temel niteliklerine aykırılık teşkil edecek” olanların toplatılması ve imha edilmesi yetkisi veren yasa iktidarın oylarıyla Meclis’ten geçti. İlk başta “dini bir kurum” olan Diyanet’in dini alana ait bazı “normları” belirlemesinin ve kendi tabiriyle İslam’ın temel niteliklerine aykırılık teşkil eden meallere/yorumlara izin vermemesinin doğal olduğu algısı oluşmuyor da değil.
Ancak iki kavrama şerh koyduğumuzda, bu girişimin kendisinin bizatihi İslam’ın temel niteliklerine aykırı olduğu ortaya çıkar. Birincisi; İslam’a göre Diyanet İşleri Başkanlığı “dini bir kurum” değildir, zira o bir “devlet kurumu”dur. İkincisi; İslam’da kilise yapılanması gibi, her tür teokratik yapı gayri- meşrudur ve bu iddiadaki hiçbir kurum veya şahsın veya cemaatin İslâm adına “norm koyma/ norm belirleme” yetkisi yoktur ve bu nedenle üçüncüsü; Diyanet İşleri Başkanlığı sadece dini bir kurum olmamakla kalmaz, İslam’a aykırı ve hatta İslam-dışı bir kurumdur. Zira Hazreti Muhammed, bundan 1440 yıl önce “İslam’da ruhbanlık (sınıfı ve kurumu) yoktur” diyerek her tür tekelci ruhbanlık dayatmalarını İslam- dışı ilan etmişti. Diyanet İşleri Başkanlığı’na verilen yetki eliyle devlet, din ve onun asli kaynağı olan Kur’an-ı Kerim üzerinde tekel kurmakta, tahakküm etmek istemektedir. Böylece dini- İslam’ı kendisine bağlamaktadır.
Bu girişim tarihte yeni bir olgu da değildir. Tarihte bütün iktidarlar/devletler, özellikle dini alanı kendilerine bağlamak ve din alanında norm koyucu yetkiyi kendilerinde tekelleştirerek iktidarlarını/saltanatlarını perçinlemek istemişlerdir. Sümer Ur hanedanlığı döneminde Naram-Sin’in, bütün tapınakları kendine bağlayıp önce kendisini baş rahip, ardından tanrı-kral ilan etmişti. Antik Mısır’da firavunlar, Ra dininin baş rahipleri ve hatta yeryüzündeki tanrı olarak kabul edilmekteydi. Daha sonraki bütün saltanatlar-devletler, dini kendilerine bağlayacak girişimlerde bulundular. Bu kurumlar vasıtasıyla resmi din (veya ideolojik) normlarını belirleyip dayattılar. Ortaçağ Avrupa’sında kilisenin bu çabası dehşetli engizisyon sürecine yol açtı. Kilise, Hristiyanlığın tek temsilcisi/ kurumu ve norm koyucu yetkesi olarak, bu normların dışına çıkan “yorumları” sapkın (heretik), dinden çıkmış, şeytanın ayartması olarak mahkum etti, milyona varan insanları işkencelerle yakarak katletti.
İşte Bakara 193’te, dinin bu tür kurumların sultasından kurtarılması ve Allah’a has kılınmasına işaret edilmektedir.
Bu tarihsel gerçeği İslam tarihinde de görmekteyiz. Kur’an her manada dini çoğulculuğu ve inanç hürriyetini esas aldı. “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara -256) “Eğer Allah dileseydi, bütün insanlar iman........
© Yeni Yaşam
