Meşakkatli ama selametli bir yol
Hakkımızı savunurken, duruşumuzu muhafaza ederken çoğu zaman farkına varmadan tavrımızda bir sertlik, bir kibir, hatta bir “ben bilirim” edası ortaya çıkıyor. Oysa Üstad’ın hayatına baktığımızda hem dimdik bir iman duruşu, hem de müthiş bir tevazu ve nezaket görüyoruz. Dik durmak; inandığı değerlerden, hak bildiği yoldan taviz vermemek demektir. Zulme boyun eğmemek, haksızlık karşısında susmamak, eğilip bükülmemektir. Ama dikleşmek, bunu yaparken insanları incitmek, kendini yüceltmek, gururla hareket etmek demektir. Birincisi şahs-ı manevînin bir tezahürü, ikincisi ise nefsin bir tezahürüdür.
Üstad, hayatı boyunca asla dikleşmedi. Haksızlığa uğradı, zindanlara atıldı, zehirlendi, sürgün edildi. Ama hiçbir zaman “Ben kimim biliyor musunuz?” tavrına girmedi. Çünkü davası şahsî değildi. Ne şahsını öne çıkardı, ne de nefsine pay çıkardı. Her sözüyle, her tavrıyla davanın sahibinin Allah olduğunu gösterdi.
Bugün de bizim için esas olan, bu çizgiyi doğru okuyabilmek. Evet, haksızlık varsa haykıracağız. Ama bunu yaparken karşımızdakini ezmeden, kırmadan, incitmeden. Çünkü Kur’ân ahlâkı bunu emreder. “Onlar, öfkelendiklerinde........
© Yeni Asya
