Bir tutkunun izinde
Çevresini merakla gözlemler, konuşmaları dikkatle dinlerdi. Annesinin, yıllar önce küçük yaşta vefat etmiş, hiç görmediği dayılarının hüzünlü hikâyesine üzülür, geceleri yatağında sessizce gözyaşı dökerdi onlar için. Misafirlerden birisi tren yolunda trenin çarptığı kediyi anlatır, bizim kız yine kimsenin görmediği yerlerde üzülür, ağlardı kedicik için.. Böylesine hassas, rakik bir yüreği vardı. Böylesi bir duygusallık, büyüdüğünde de hatıralara değer verme şeklinde kendini gösteriyordu. Meselâ, ilkokula başladığı günü hiç unutmamıştı.
Okulun ilk günü çocuklar anneleriyle sınıfa girmişlerdi. Küçük kız okulu hastaneye benzetmişti nedense. Güneşli, aydınlık bir sınıftı. Köşede bir saksı içinde kauçuk, duvarda kara tahta, eski demir bir soba, bir de öğretmenin masası...
Evet, bugün gibi hatırlıyordu. Güzel başlamıştı her şey.. Öğretmeni genç bir hanımdı. Bir gün küçük kızı tahtaya kaldırmış ve sormuştu: "Kızım, 5 5 daha kaç eder?!" Küçük kız bir tahtaya bir öğretmene bakıyor, cevabı bilmesine rağmen, tam söyleyecekken sabırsız öğretmen, bu sefer sesini yükseltip eliyle gösterek: "5 5 daha kaç eder!!.." diyordu.
Çocuk, üzerine dev gibi eğilen öğretmenden korkunca iyice suskunlaşmış ve derken yüzüne bir tokat vurmuştu öğretmeni.
Okula başladığı ilk haftalarda olmuştu bu olay. Ve çocuğun ruhunda büyük bir iz, bir yara olarak kalacaktı. Fakat, çocuk korkularına rağmen okumayı, kitapları, kalem kokusunu çok seviyordu. İlk okumayı sökenler, kırmızı kurdelayı takanlar arasındaydı. İkinci sınıfa geçtiğinde öğretmeni değişmişti. Önder adındaki bu öğretmenini çok sevmişti. Bir gün öğretmeni 'Tahta Çanaklar' isimli hikayeyi okutmuştu ona. Küçük kız o kadar güzel okumuştu ki, imla kurallarını, tonlamaları mükemmel denecek seviyede kullanmıştı. Minik kalbi okuduğu duygu yüklü yazıyla burkulmuş, ağlamaklı olmuştu okurken.........
© Yeni Asya
