Tevilin saltanatı: Kutsal metinler nasıl siyasi bir silaha dönüştü ve Diyanet neden bu geleneğin modern mirasçısıdır
Prof. Dr. Şahin Filiz yazdı…
Popüler Müslüman muhayyilesinde “nass”, yani Kur’an ve Sünnet’in kutsal metinleri, değişmez, mutlak ve berrak bir ilahi buyruk kaynağı olarak sunulur. O, imanın sarsılmaz temeli, hakikatin nihai hakemidir. Ne var ki, on dört asırlık İslam tarihinin soğukkanlı ve dürüst bir okuması, bu sözde sarsılmaz temelin aslında akışkan olduğu kadar, kanlı ve çetin bir mücadele alanı olduğunu da yüzümüze çarpar. Bu alanda metinler yalnızca okunmamış, birer silaha dönüştürülmüş; sadece yorumlanmamış, acımasızca manipüle edilmiştir. İslam tefsir ve fıkıh tarihi, özünde, bir metnin kutsallığını savunduğunu iddia ederken onun lafzî anlamının sistematik olarak nasıl iğdiş edileceğinin incelikli sanatıdır.
Bu süreç asla keyfî veya kaotik olmamıştır; aksine, son derece sofistike bir hermenötik alet çantasıyla meşrulaştırılmış, yorum eylemi teolojik ve hukuki bir manevra sanatına dönüştürülmüştür. Bu tarihsel gerçeği anlamak, günümüz Türkiyesi’nde Diyanet gibi bir kurumun, kendisinin de mirasçısı olduğu o kadim ve esnek yorum geleneğini topyekûn yok sayarak, belirli hükümleri nasıl mutlak birer ilahi emir olarak topluma dayatabildiğini de anlamaktır.
Yolculuk, “nass” teriminin kendisiyle başlar. Arapçada bu kelime, açık ve kesin hüküm bildiren bir metni ifade eder. Ancak şu soruyu sorduğumuz anda bütün bir yapı titremeye başlar: “Kur’an’ın hangi ayeti veya hangi hadis gerçekten ‘nass’tır?” Üzerinde kıran kırana bir ihtilafın yaşanmadığı tek bir önemli ayet var mıdır? Aksi iddia edilmemiş hangi hadis gösterilebilir? Fıkıh olarak bilinen hüküm çıkarma eylemi, düz bir yolu takip etmekten çok, fakihin çelişkili metinler, tarihsel bağlamlar ve siyasi baskılardan oluşan bir mayın tarlasında ustaca gezinmek zorunda olduğu bir slalom yarışına benzer. Tıpkı ince buz üzerinde yürümek gibidir; attığınız her adımda başka bir metnin çıkıp ayağınızın altındaki zemini çökertmeyeceğinden asla emin olamazsınız.
Bu yapısal metin kaosunu yönetmek için klasik İslam uleması bir dizi güçlü araç geliştirmiştir:
Nasih-Mensuh (Nesih): Daha sonra gelen bir ilahi vahyin, daha önceki bir vahyi yürürlükten kaldırabileceği doktrini. Bu, ilerleyen bir vahiy süreci olarak çerçevelense de, çelişkileri çözmek ve yasayı yeni koşullara pragmatik bir şekilde uyarlamak için güçlü bir araç haline geldi. Kur’an’ın her ayetinin lafzî anlamıyla ebediyen geçerli olmadığı fikrini kurumsallaştırarak, neyin aktif neyin geçersiz olduğuna karar verme konusunda fıkıhçılara muazzam bir güç verdi.
‘Amm-Hâss (Genel-Özel) ve Mutlak-Mukayyed (Mutlak-Sınırlı): Bu ilkeler, fakihlerin görünüşte evrensel bir emrin (‘amm) aslında daha özel bir metinle (hâss) sınırlandırıldığını veya koşulsuz bir ifadenin (mutlak) koşullu bir ifadeyle (mukayyed) kısıtlandığını iddia etmelerine olanak tanır. Bu, İslam hukukunun “küçük puntoyla yazılmış” kısmıdır ve kapsayıcı etik beyanların, belirli hukuki veya siyasi amaçlara hizmet edecek şekilde nasıl törpülenebileceğini gösterir.
Tevil (Alegorik Yorum): En güçlü ve en belirleyici araç. Tevil, “zorlayıcı bir neden” (karine) gerekçesiyle bir metnin zahirî/literal, yani görünen anlamını (zahir) bir kenara bırakıp mecazi bir anlamı tercih etme........
© Veryansın TV
