menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Yazık o millete ki... (2)

15 0
26.10.2025

Değerli Okurlar,


Halil Cibran'ın, "Yazık o millete ki, dokumadığı şeyi giyer, ekip biçmediğini yer..." sözünden ilhamla başlattığımız "Yazık O Millete Ki..."¹ yazı dizisine, onun bir başka evrensel gerçeğinden ilham ile devam ediyoruz:

"Çocuklar sizin değildir. Onlar sizden doğar ama sizden gelmezler. Siz yaylarsınız, onlar yaşamın fırlattığı oklar."

Konumuz, "Çocuklarımız"...

Bugün, bilgi, teknoloji ve çıkarlar arasında sıkışmış bir çağın çocuklarıyla karşı karşıyayız. Ama değişmeyen bir hakikat var: Bir milletin yarını, bugünün çocuklarında şekillenir.

Çocuklar, bizden miras kalan bir mülk değil; hayatın bize emanet ettiği taze bir umuttur. Onlar bizim aracılığımızla dünyaya gelir ama bizim kopyamız olmak için değil, kendi yolculuklarını tamamlamak için gelirler. Biz o yolda sadece birer durak, birer yön tabelasıyız.

Cibran’ın dediği gibi, anne baba “yay”dır; çocuk “ok”tur. Ne acıdır ki biz, çoğu zaman o yayı o kadar sıkı gereriz ki; çocuk kendi yolunu değil, bizim korkularımızın hedefini vurur. Oysa sevgi, sahiplenmek değil; bırakabilmektir. Çocuğun özgürlüğü, onun ruhuna duyduğumuz saygının ta kendisidir.

Bir ülkenin ruhunu anlamak istiyorsanız, çocuklarına nasıl davrandığına bakın.” diyen
Nelson Mandela'nın bu sözü, yalnızca bir öğüt değil; bir ulusun çocuklarına ve geleceğe nasıl baktığının da aynası gibidir. Zira, bir toplum, çocuklarına ne kadar alan açarsa; yarına da o kadar umut bırakır.

Bugün, ekranların arkasında büyüyen çocuklara bakarken, bazen kendi yansımamızı görüyoruz:
Daha hızlı, daha parlak, daha “başarılı” bir dünya kurma telaşında çocuklarımızın kalbini unuttuk ki, belki de en sessiz kaybımız, onların çocuk olma hakkını yavaş yavaş elimizden kaçırmamız olsa gerek...


Cibran, “Ruhunuzu çocuklarınıza veremezsiniz, zira onların ruhları yarının evinde yaşar, siz ise dünkü evde.” diyor. Gerçekten de öyle değil mi? Hâlâ kendi çocukluğumuzun hayal kırıklıklarını onlarda tamir etmeye çalışmıyor muyuz?

Çocuk, eksiklerimizi tamamlamak için değil, kendi bütünlüğünü bulmak için var olmalıdır:

Bir çocuğun merak eden gözlerini bastırmak, ya da sadece “uslu” diye övmek onun içindeki yaratıcı ateşi söndürmek değil midir? Özellikle, “başkası ne der?” korkusuyla büyütmekse onu özgürlükten mahrum bırakmaktır.

Sadece bilgi yüklemek değil, kendi seslerini bulmasına da rehberlik eden bir eğitim yerine hâlâ çocuklara düşünmeyi değil, itaat etmeyi öğretmek! Bir taraftan sorgulayan değil ezberleyen; hisseden değil yarışan bireyler isterken “Neden bu kadar mutsuzuz?” diye de hayret ediyoruz.

Oysa, korkudan değil, meraktan öğrenen bir nesil yetiştirerek bir milletin yeniden doğuşuna tanık olabiliriz.

Onlara kendine inanma cesaretini verebilir,
vicdanlı olmayı öğretebiliriz. Zira, vicdanı olan insan, zaten doğruyu bulacaktır. Unutmayın ki, vicdanını kaybeden bir toplum ne kadar zenginleşirse zenginleşsin, inanın ki aslında yoksuldur.

Bu arada, milyonlarca çocuğun; yoksulluğun, ihmalin, şiddetin ve fırsat eşitsizliğinin ortasında büyüyor olmasına tanıklık ediyoruz.

Mesela, kimi okul yolunda aç; kimi evinde şefkatten yoksun, kimi sınav stresi altında ezik...
Büyük çoğunluğu ise........

© Toplumsal