menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Mimarlık/sanat: “İçerisi-dışarısı” ve ontolojik eşik

14 1
20.09.2025

Diğer

20 Eylül 2025

Yalnızlık, Fontanesi (1860)

Ontolojik bir mevcudiyet alanı olan mekân ikilik içeren bir kavram olarak karşımıza çıkıyor: “İçerisi” ve “dışarısı”. İçerisi kırılgan mevcudiyetimizin bir koruma çeperine dönüşmüş durumda. Hatta bu durum neolitik dönemden başlayarak dönüşen, farklı anlamlar kazanan bir süreç... Neolitik dönemde “tolos” adı verilen ovale yakın dairesel yapılar ilk mimari mekânlar arasında önemli bir yer tutar. Bu yapıların ana karnına benzemesi rastlantısal bir metafor mu? İnsanın bir fetüs olarak ana karnında (yumurta formu) geliştiği ve dünyaya geldiği gerçeği tüm evrimsel süreçlere rağmen bilinçaltımızda hala öylece orada duruyor mu? Bu durumun mekânla ilgili mevcudiyet eğilimlerimizi besliyor olması mümkün değil mi?

Günümüze gelene kadar, insanın “içerisi” dediği yaşamsal mekân doğanın kendisi iken, ürettiğimiz mimari mekânlar ontolojik bir alan olarak “dışarısı”na dönüşüyor. Bu kendine kapanma yönelimi aslında kendinden kaçma gibi bir sonuca evriliyor. Arayı bulmak lazım ya da “ara”nın ölçüsünü icat etmek lazım; çünkü artık insan kendi doğasından uzaklaşarak aslında kendi varlık nedenlerinin de zayıflamasına neden oluyor...

Çok katmanlı bir düşünce ortaya koyarak; hem ontolojik hem fenomenolojik hem de mimari ve evrimsel boyutları olan bir meseleye dokunmak beni aşabilir ama bir sanatçı olarak ve mevcudiyet kavramını sürekli kurcalayan biri olarak “içerisi” kavramı ve onun insan varoluşundaki işlevi, evrimi ve krizini hep hissetmişimdir. Aslında bu konuya kafa yormam Giorgio Agamben’in “L’Aperto (Açıklık)” kitabını okuduktan sonra daha da yoğunlaştı. Meseleyi mekânsal algıdan tinsel bir yöne çekmeye çalıştım; çünkü hissiyatın........

© T24