Taşın hafızası, ruhun direnişi “Cennetin Hediyesi”: Menel hüzmeli ile sanat ve yıkım üzerine
Diğer
03 Şubat 2025
“Tıpkı bir zeytin ağacı gibi olmalıyız. Olgun, mantıklı, verimli, dimdik, güçlü ve ayakta..”
6 Şubat 2023’te yaşadığımız afette, binlerce canımız, şehirlerimiz, geçmişimiz toprağın altında kaldı. Orada, o yıkımın içinde olmamış olsak da hepimizin yüreği dağlandı. Ancak bazıları için bu felaket yalnızca bir haber, bir görüntü değil; her sabah boşalan sokaklara, sessizleşen evlere, geride kalan enkaza uyanmak demekti. O gün neyi kaybettiklerini anlatmaya kelimeler yetmezken, sonrasında neyi yeniden inşa edebileceklerini düşünmek bile güçtü…
Ne var ki bu acı, yoktan var olmanın, yeniden ayağa kalkmanın, yaşamı her şeye rağmen kucaklamanın da kaynağına dönüşebiliyor. İşte bu dönüşümün somut örneklerinden biri de mozaik sanatçısı Menel Hüzmeli’nin hikâyesinde karşımıza çıkıyor. 1979’da Libya’nın Zaviya kentinde dünyaya gelen, çok kültürlü coğrafyalarda geçen çocukluğunu Antakya’da ustalaşan sanatıyla harmanlayan Hüzmeli, üç boyutlu mozaik sanatında ülkemizin öncü ismi. Farklı coğrafyaların renklerini, dokusunu ve inançlarını mozaik taşlarında yaşatırken, Antakya’da kurduğu atölyesinde binlerce yıllık Roma mirasının izlerini geleceğe taşıyordu. Ancak 6 Şubat depremiyle bir kentin ve oradaki insan mozaiğinin nasıl dağıldığını bizzat yaşadı.
Menel Hüzmeli ile gerçekleştirdiğimiz söyleşide, şehrinin yerle bir olduğu o sarsıcı günlerde yaşadıklarını ve sanatının onun için nasıl bir iyileşme aracına dönüştüğünü okuyacaksınız. ‘Cennetin Hediyesi – Zeytin Ağacı’ eserinin enkazdan kurtulup yeniden inşa ediliş öyküsü, aslında Antakya’nın ve ülkemizin küllerinden doğma umuduna ayna tutuyor. Bir dalından bin öykü fışkıran zeytin ağacının gücünü ve kadimliğini anlatan bu eser, tam da şefkate, dayanışmaya ve yeniden ayağa kalkmaya en çok ihtiyaç duyduğumuz bugünlerde hepimize direnç ve umut veriyor.
Şimdi, sanatın yıkıma inat nasıl var olduğunu, taştan nasıl umut filizlerinin yeşerdiğini Menel Hüzmeli’den dinleyelim:
Mozaik sanatına ilginizin genç yaşta başladığınızı biliyorum. O ilk gördüğünüz kadın silueti size neler hissettirdi?
Hüzmeli: Babaannemle yaptığım Antakya’da bir gezi sırasında yerde gördüğüm mozaik kadın silüeti beni çok etkilemiş ve eğilip dokunduğumda çok heyecanlanmıştım. Baktığım şeyin ne olduğunu tam da anlayamamıştım. Resim değildi ama resim kadar büyüleyiciydi. Ayrıntılardan oluşan bakışlar gözler zihnime öyle kazınmıştı ki bugün bile gözümün önündedir. Sanırım ayrıntıdaki bütünlüğe olan hayranlığım o yaşta ortaya çıkmaya başladı. Üstelik çalışmanın bir kısmı toprağın altındaydı, eşeleyince devamı da gözüküyordu. Bu ilgi beni bambaşka bir yerlere götürdü. Hayal dünyamın ne renkli ve büyük olduğunu gösterdi. Evrildi bugünlere geldi.
Bugünlere nasıl geldi?
İki boyutlu mozaik yapmanın elbette büyüleyici yanı var ama bana yetmiyordu. Replikaları çalışmak elbette kıymetli ama onlar onları yapan orijinal ellere sahiplerdi ve ben sadece onları taklit ederek sanatımda yeni bir şey yapamazdım. Resim çizim yeteneğim zaten benden taşan bir yeti. Karakalem çalışmalarım zaten vardı. Bugün de bu çalışmaları sürdürüyorum. Akabinde kendi desenlerim, kendi hayal dünyam, kendi çizimlerim sanatıma yansıdı. Ama asıl sıçrayış üç boyutlu mozaik çalışmalarım ile geldi. Oğluma yaptığım ilk üç boyutlu siyah güvercin çalışmamın canlandığı, kuşun uçup kanatlandığı hissi ile birleşince ruhum da üç boyuta aktı. Üç boyutlu mozaik sanatımdaki mihenk taşı oldu.
'Cennetin Hediyesi' eserinizde zeytin ağacını sembol olarak seçmişsiniz. Zeytin ağacı sizin için nasıl bir anlam taşıyor?
Hüzmeli: Cennetin Hediyesi bana gerçekten “Cennetin Hediyesi” oldu. Ruhumun yıllarca buna hazırlandığını, zihnimde yeşerttiğimi şimdi hissediyorum. Zeytin ağacı benim için özellikle çok özel. Bana hep topraklarımızda yaşayan yaşlı ve bilge kadınları çağrıştırmıştır. Sözlü kültürü aktaran, kadim bilgiyi torunlara çocuklara akıtan kadınlar gibiydi zeytin ağacı. Ve tam da Antakya’dır zeytin ağacı. Oradaki o çok kültürlü ve binler yıllara uzanan barışçıl, yapıcı yaşam, insan ilişkilerindeki yalın ve koşulsuz sevgi, çocukluğumuz, kokular, sofralar hepsi Zeytin ağaçlarının bütünlüğündedir. Yağıyla, meyvesiyle, dokusu ve varlığı ile Zeytin ağacı Antakya kimliğinin ta kendisidir.
Eserinizin enkazdan çıkarılmasının ardından yaptığınız değişikliklerle depremde kaybettiklerinizi anmışsınız. Eser önceden ne anlatmak istiyordu, bugün baktığımızda bize ne anlatıyor?
Hüzmeli: Hayatımdaki insanların yüzde sekseni, kentim, geçmişim, sokak hayvanlarım dahi yok oldu. Bir kentin ölümüne şahit oldum. Eserin deprem ertesi tadilatında benim hayatıma dokunan tüm insanları anmak istedim.
Eser önceden Antakya’nın çoşkusunu, barışını, huzurunu anlatırken çatışma olmadan yaşanabilir bir kent olduğunu anlatırken, bugün yaptığım onarımlarla kalbimdeki acıyı da eklemiş oldum. Yine birliğin simgesi zeytin ağacı ama kandan gözyaşları kondu dallarına. Dimdik ayakta ama birliği eksildi.
Kandan gözyaşı sanırım bordo yapraklar/taşlarla verdiğiniz mesaj sanırım.
Hüzmeli: Eserdeki bordo yapraklar aslında ağacın kanayan yerleri. Hala da kanamakta olan yerleri demek daha doğru. Temsilen yapıldı aslında. Eseri aylar sonra enkazdan çıkardığımızda kenarlarının hasar alıp bütünlük kaybı yaşadığını gördüm. Gelincikler dökülmüştü ve zeytin yaprakları da kırıktı. Antakya’nın kanayan yarası adına yaptığım düzenlemeler oldu. Kanayan kalbimizi anlatıyor.
Doğal taşlar üzerinde ve boya kullanmadan çalışıyorsunuz. Bordo taşlarda olduğu gibi… Bu malzemeleri bulma, seçme ve işleme süreciniz nasıl?
Hüzmeli: Evet doğal taş kullanmayı tercih ediyorum. Rengi, dokusu, nefesi kendinden. Yaşayan taş diyorum ben onlara. Doğanın bizim için boyayıp hazırladığı taşlar. Çok başlarda önce doğadan ve Asi Nehri’nin çevresinde bazı köylerden toplayıcılık yaparak atölyemde eserlere çeviriyordum. Eserler artıkça topladığım taşlar yetmemeye başladı elbette. Mermer fabrikaları ile çalışmaya başadım. Yöremizden ya da Türkiye ve dünyanın çeşitli yerlerinden gelen doğal taşları işlemeye başladım. İlk yaşadığım şaşkınlığı paylaşmak isterim. Yeşil taşa ulaşamıyorduk bir dönem. Hiçbir tonda yeşil taş ne Türkiye içinde ne yurtdışında bulunmuyordu. Gel zaman git zaman bir parça yeşil taş bulduğumda çok sevinmiştim renk koyuluğuna bakmaksınız. Baktım yontamıyorum çok sert. Muhteviyatı hakkında da bir bilgim. Granit olduğunu fark ettiğimde mermer fabrikasında kestirerek kullanmaya başladım. Kerpetenle ilk kez yeşil taşı çalışırken kıvılcımlar saçtığında çok şaşırmıştım. Granitin gücünün yarattığı açığa çıkan enerji beni ayrı hayrete düşürmüştü. İnatla ve tüm gücümle gece boyu granitleri yontmuştum. Granitin gücü, ateşin büyüleyiciliği, rengin sıcaklığı beni başka dünyalara taşımıştı.
Sanatın iyileştirici gücü........© T24
