menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Blues de canımı al ağabey!

51 27
17.08.2025

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

17 Ağustos 2025

"Blues de canımı al ağabey!" cümlesini İstanbullu bir taksi şoförü bana ayrılırken arkamdan söylemişti. Zaten taksiye biner binmez bir müzikseverin dünyasına girdiğimi anlamıştım. Normal bir takside görülmeyen süper hoparlörler oldukça yüksek volümde Ella Fitzgerald çalıyordu. Bas gümbür gümbür, baterinin zilleri cıstak cıstak tiz ve Ella'nın boğuk sesi baştan çıkarıcıydı.

Caz hakkında biraz lafladıktan sonra şoför arkadaş bana taksinin sahibi olmadığı halde kendi cebinden bu JBL hoparlörlerini aldığını ve müziksiz yaşayamayacağını söylemişti.

Ben de İstanbul'da bir taksi şoförünün kazancının oldukça düşük olduğunu bildiğimden başkasının malına yatırım yapan bu müziksever arkadaşın önceliklerini takdir etmiştim. Tabii sıkı müzikseverler işten ya da eşten ayrılırken müzik sistemini de beraber götürür.

Umarım siz de blues müziğini seversiniz. Batı müziği diye dinlediğimiz janrların çoğunda blues'un etkisi vardır. Gençliğimde dinlediğim Rolling Stones'un ve Led Zeppelin'in ilk plaklarının Mississippi Delta ve Chicago kökenli siyahi blues ustalarından esinlendiğini Amerika'ya gidince anlamıştım.

Blues müziğinin kökenleri 19. yüzyılın sonlarında Amerika’nın güney eyaletlerine dayanır. Tarlalarda çalışan siyahi kölelerin ağıtları, kiliselerdeki ilahiler ve kölelik sonrası dönemin acı dolu hikâyeleri blues’un temel yapıtaşlarını oluşturur.

Blues’un büyüsü sadeliğinde saklıdır. Birkaç akorla sonsuz bir duygular evreni yaratır. Bu müzik “Ben buradayım, acım gerçek, ama yine de yaşıyorum” demenin melodik bir yoludur. Her bir notada direnç, her bir sözde umut gizlidir.

Blues’un güzel yanlarından biri bir şarkıcının sadece sesiyle değil, gitarının tek bir tınısıyla da kalplere dokunabilmesidir. B.B. King’in Lucille adını verdiği gitarından dökülen notalar, Eric Clapton’un parmaklarından süzülen ruh, Stevie Ray Vaughan’ın hırçın ama tutkulu solosunun hepsi blues’un bir parçasıdır.

Blues, rock’tan caz’a, soul’dan funk’a kadar pek çok türün atasıdır. Elvis Presley, Rolling Stones, Led Zeppelin gibi dev isimlerin ilham kaynağı Muddy Waters, Howlin’ Wolf, Robert Johnson gibi ustaların mirasıdır. Blues olmasaydı çağdaş müziğin yarısı eksik kalırdı.

Blues sadece bir müzik formu değildir, bir yaşama biçimidir ve felsefesidir. Yalnızlıkla barış yapmanın, zorluklara şarkı söyleyerek direnmenin yoludur. Blues başımıza gelenleri unutmadan ama onların esiri olmadan yaşamayı öğretir ve bu yüzden hiçbir zaman ölmez.

"Blues, güzel bir kadın gibidir. Bir kez sevdin mi asla bırakamazsın." – B.B. King.

Blues’un kralı B.B. King’in en bilinen ve Grammy ödülünü kazanan parçası The Thrill is Gone'dır. Duygusal vokali ve Lucille adlı gitarıyla yaptığı solosu kaybedilen aşkın hüznünü anlatır.

B.B. King’in 1969 tarihli efsanevi parçası The Thrill Is Gone sadece kulağımıza değil, kalbimize de hitap eden nadide eserlerden biridir. Bir iç döküş, bir hayal kırıklığı ve bir vedadır.

Bu parça blues’un özünü kristal berraklığında sunar. O da kaybetmenin, vazgeçmenin ve içten içe kabullenişin melodik halidir. “Thrill” yani “heyecan” gitmiştir. Aşk bitmiştir. Ama o acı hâlâ oradadır.

The Thrill Is Gone klasik blues kalıbını kullanmasına rağmen alışılmışın ötesindedir. O melankolik yaylılar soul’un derinliğini blues’un yalınlığıyla birleştirir.

Bazı şarkılar gelip geçer, bazıları ise kalır. The Thrill is Gone kalanlardandır.

Sizin için seçtiğim video büyük üstat 85 yaşındayken Eric Clapton'un 2010 Gitar Festivalinde kaydedilmiş. Ona üç diğer ünlü gitar üstadı eşlik ediyor: Eric Clapton, Robert Cray ve Jimmie Vaughan. Jimmie benim favori gitaristim genç yaşta kaybettiğimiz Stevie Ray Vaughan'ın ağabeyidir.

Gitar sololara dikkat. Bu klasik jam-session'da sanatçılar birbiriyle konuşuyor, cevap veriyor ve birbirini ustalıkta geçmeye çalışıyor. Tıpkı bizim kültürümüzdeki aşıkların atışması gibi.

Parçanın sonuna doğru festivaldeki tüm müzisyenler gruba katılıyor. Rolling Stones'tan Ronnie Wood, John Mayer, Johnny Winter, Susan Tedeschi ve Buddy Guy benim tanıdıklarımdan.

Müzik tarihinin en içten, en çıplak duygularla yoğrulmuş şarkılarından biri varsa o da Etta James’in 1967 tarihli I’d Rather Go Blind'ıdır. Parça bir aşk acısını anlatır, aynı zamanda kalbin en kırılgan, en savunmasız hâlini tüm çıplaklığıyla dinleyenlerin önüne serer ve bunu gerçek ve derin bir ağıtla yapar.

I’d Rather Go Blind aşkı kaybetmeyi kabullenemeyen bir ruh hâlinin portresidir. "Seni başkasıyla görmektense kör olmayı tercih ederim" demek mecazın sınırlarını aşan ve aşkın en kör kuyularına inilerek söylenmiş bir cümledir. Şarkının blues kökleri soul'un derinliğiyle birleşince ortaya çıkan zaman üstü bir ağıt olur.

İlişikte sunduğum Beth Hart ve Joe Bonamassa'nın Amsterdam'daki canlı I'd Rather Go Blind performansı müziğin ve duyguların zirveye........

© T24