Prof. Dr. Zafer Yenal: Gıda politikası, yaşam politikasıdır; bildiğimiz tarım yandı, geriye ne kaldı?
Diğer
17 Ağustos 2025
Prof. Dr. Zafer Yenal
Tarım yalnızca bir üretim biçimi değil; birlikte yaşamanın, doğayla kurduğumuz bağın ve toplum olmanın zemini. Bugün ise o zemin kayıyor. Küresel krizlerin ortasında, pestisitli sebzelerle kuraklık arasında bağ kurmak artık abartı değil: “Ülkemizin dörtbir yanında çıkan yangınlarla, Marmara’daki müsilajla ya da depreme dayanıksız binalarla soframıza gelen zehirli domates arasında bağ kurmak abartı değil.”
Zafer Yenal ve Çağlar Keyder’in İletişim Yayınları’ndan yayımlanan Bildiğimiz Tarımın Sonu, gıdayı sadece bir tüketim nesnesi olarak değil, bir siyaset, bir toplumsal yapı ve bir iktidar meselesi olarak ele alıyor. Kitap, tarımın nasıl metalaştığını, küçük üreticinin nasıl sistem dışına itildiğini ve gıda krizinin neoliberal politikalarla nasıl iç içe geçtiğini somut örneklerle tartışmaya açıyor.
Sosyolog Prof. Dr. Zafer Yenal’la buluştuk, pestisit krizinden Avrupa’dan geri dönen zehirli ürünlere, markalaşan gıdadan devletin tarımdaki rolüne kadar hayatımızı derinden etkileyen konuları konuştuk. Ayrıca, Sivas’ta unutulmaya yüz tutmuş Zerun buğdayı üzerine hazırladığı etkileyici belgeselden de söz ettik. Nesiller boyu aynı tohumu saklayan Aktan ailesiyle birlikte, toprağın hafızasına dokunan bu dört mevsimlik yolculuk, yalnızca bir buğdayın değil, Anadolu’nun hikâyesine ışık tutuyor.
Tarımın kıyısında değil merkezindeyiz artık. Ve soru şu: Memleketimizde gıda hâlâ bir hak mı, yoksa sadece satın aldığımız bir “ürün” mü?
- Kitabınız 2013 yılında çıktı ancak mesele çok daha acı durumda. Doğal kaynaklar hızla azalıyor, tarım gündemimizde. Yeni bir topluluk tahayyülü mümkün değil mi?
Bilakis, tam da bugünlerde bu ihtimal daha da güçleniyor. Dünya da, Türkiye de çoklu krizlerle uğraşıyor; bunların içinde tarım ve gıdayla ilgili olanlar başı çekiyor. Hayat pahalılığı, iklim felaketleri, seller, kuraklık… Böyle bir ortamda insanlar yeni, ikna edici hikâyelere, projelere, hayallere ihtiyaç duyuyor. Bu hayaller boş bir romantizm değil; dünyanın dört bir yanında somut örneklerini görüyoruz. Örneğin Mamdani’nin belediye başkanlığını kazandığı New York şehrinde gündeminde düzgün gıdaya erişim vardı. İngiltere’de gıda bankaları 2000’lerin başında bir elin parmağını geçmezken bugün sayıları 3 bine yaklaştı. Türkiye’de de pek çok belediye üreticiden doğrudan alım, kooperatif destekleri, halk lokantaları, tohum ve fidan desteği gibi girişimlerle hem üreticiyi hem tüketiciyi koruyan adımlar atıyor. Son yerel seçimlerde de gördük: gıda politikaları, belediyelerin el değiştirmesinde ciddi rol oynayabiliyor. Dolayısıyla, doğal kaynakların azaldığı, kırın çözülmeye başladığı bir dönemde bile, hatta belki tam da bu yüzden, yeni bir topluluk tahayyülü mümkün. Yeter ki tarımı sadece gıda üretiminin teknik bir alanı olarak değil, insanların birlikte yaşama biçimini, doğaya yaklaşımımızı ve toplumsal ilişkileri yeniden kuracak bir zemin olarak görebilelim.
- Peki, merak ediyorum. Günümüzde yemek programları, gurme turları ve sosyal medyada yemek içerikleri hiç olmadığı kadar popüler. Ama bu yoğun ilgi, tarım ve üretim koşullarına neden hiç dokunmuyor? Yemek bu kadar konuşulurken, üretici neden görünmezleşti?
Aslında tam da öyle değil. Evet, yemeğin tüketim tarafı şık tabaklar, influencer’lar, gurme rotaları daha çok like alıyor, daha çok gündem oluyor. Ama 10–15 yıl öncesine kıyasla tarım ve üretim meseleleri de daha fazla konuşuluyor. Biz Çağlar Keyder’le 2013’te yayımladığımız kitapta, o zaman hâlâ epey görünmez olan üretim süreçlerini gündeme taşımanın peşindeydik. Kitabımız için Bildiğimiz Tarımın Sonu başlığını da bu yüzden seçmiştik; çünkü şehirdeki sofrayla köydeki tarım arasındaki bağın hızla koptuğu bir dönemi tarif ediyorduk.
Bugün tablo az da olsa değişti. Hâlâ istenen seviyede olmasa da, akademide, sanatta, popüler kültürde tarıma ve üretime dönük merak artıyor. Köye geri dönen beyaz yakalıların hikâyeleri, agroekoloji festivalleri, belgeseller… Bunlar, üreticiye yönelik ilginin büyüdüğünü ve çeşitlendiğini gösteren örnekler.
Yine de, üretimin tüketim kadar görünür olmamasının yapısal nedenleri var. Tohumdan sofraya uzanan zincirin “tohum” kısmı hâlâ medyada ancak kriz olduğunda kendine yer buluyor: mevsimlik işçilerin yaşadığı kazalar, ihracatta pestisit skandalları, kuraklık haberleri… Geri kalan zamanda ise gündem, şeflerin celebrity kültürü, yeni restoranlar, popüler diyetler gibi tüketim hikâyeleriyle doluyor.
Bu dengesizlik tesadüf değil. Neoliberal dönemin ekonomik dönüşümü, finans ve hizmet sektörlerinin ağırlığını artırırken üretimi hem mekânsal hem de kültürel olarak uzaklaştırdı. Gıda küresel tedarik zincirlerine bağlandı, alışveriş merkezleri ve pazarlama sektörleri büyüdü; böylece tüketim pratikleri gündelik hayatın merkezine yerleşti. Üretim ise—herkesin karnını doyuran o temel iş—görsel şatafatı az, sosyal medyalık malzemesi sınırlı bir alan olarak arka planda kaldı.
Kısacası, üretici artık tamamen görünmez değil ama hâlâ fotojenik tabakların gölgesinde. O yüzden mesele, yalnızca daha çok konuşmak değil; üretim süreçlerini, emek hikâyelerini, toprağın ve suyun kaderini, sofradaki estetikle, lezzetle aynı heyecanla tartışabilir hale gelmek.
- Köylü tarımdan çekildi. Bu sadece üretim biçimini mi etkiledi, yoksa birlikte yaşama biçimimizi, yerel bilgi sistemini ve toplumsal ilişkileri de mi çözdü?
Tarım hiçbir zaman yalnızca bir üretim sistemi olmadı. Toprağa, suya, iklime bağımlılığı nedeniyle hem doğayla ilişkimizi kuran hem de sosyal dokumuzu belirleyen en temel alanlardan biriydi. Köylünün tarımdan çekilmesi, sadece üretim biçimini değil; birlikte yaşama kültürünü, yerel bilgi sistemini, toplumsal dayanışma ağlarını ve hatta çevreyle kurduğumuz temel bağları dönüştürdü. Ama burada bir parantez açmak lazım: Türkiye’de köylü tamamen tarımdan çekilmiş değil. Evet, bu yönde güçlü eğilimler var; köylü büyük ekonomik ve sosyal stres altında, genç nüfusun önemli bir kısmı kırsaldan kopuyor. Ama yine de Türkiye, kendi kalkınmışlık düzeyindeki birçok ülkeye kıyasla hem nüfus hem de kültür anlamında hâlâ çiftçiliğin önemli bir yer tuttuğu bir ülke. Yani uğrunda mücadele edilecek çok şey........





















Toi Staff
Gideon Levy
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein