menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İnceledik, ince eledik: Lev Tolstoy’dan dev Tolstoy’a

26 1
26.10.2025

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

26 Ekim 2025

Lev Nikolayeviç Tolstoy, 9 Eylül 1828'de Rusya'nın Tula eyaletindeki Yasnaya Polyana malikânesinde dünyaya geldi. Henüz iki yaşındayken annesini, dokuz yaşındayken de babasını kaybetmesi, onun hayata trajik bir pencereden bakmasında belirleyici oldu. Bu erken kayıplar, Tolstoy'un eserlerinde sıklıkla işlediği “ölüm” ve “yaşamın anlamı” temalarının tohumlarını attı. 16 yaşında Kazan Üniversitesi'ne kaydolan Tolstoy, üniversitenin katı müfredatı ve “formaliteye dayalı” eğitim sistemi nedeniyle hayal kırıklığına uğradı. Kendi kendine öğrenme konusundaki ısrarı, resmi eğitime duyduğu güvensizliğin erken bir işaretiydi. Bu dönemde Rousseau'nun eserleriyle tanışması, Tolstoy'un düşünce dünyasında devrim yarattı. Rousseau'nun "doğal insan" idealine ve “uygarlık” eleştirisine duyduğu hayranlık, yaşamı boyunca sürecek olan kurumsal otoriteye şüpheci yaklaşımının da temellerini attı. 1851'de Kafkasya'ya giden Tolstoy, orduya katıldı. Kafkasya'daki doğal yaşam ve dağlı halkların sade varoluşu onu derinden etkiledi. Askerlik deneyimi, onun “kahramanlık” idealleri ile “savaşın gerçek yüzü” arasındaki çelişkileri görmesini sağladı. Kırım Savaşı'na subay olarak katılması, Tolstoy'un savaş karşıtı duruşunun da temelini oluşturdu. Gözlemleri, “dünyanın içinde ne varmış”, ona bunu dosdoğru gösterdi. Zaten Tolstoy'un edebi yeteneği, insan psikolojisinin en ince ayrıntılarını yakalama kapasitesinde yatıyordu. Gözlem yeteneğini gelişmesiyle bu kapasitesi elbette daha da genişlemişti. Sanki artık dünyaya bakarken, dünyadan daha büyük gözleri varmış gibiydi. Belki de bu yüzden, o, karakterlerini yargılamaktan kaçınır, onların içsel çatışmalarını ve ahlaki ikilemlerini olduğu gibi yazardı. “Savaş ve Barış”ta, "Tarihi anlamak için büyük adamlara değil, sıradan insanların günlük yaşamlarına bakmalıyız" diyerek, tarih anlayışında devrimci bir perspektif sundu böylece. Görmek için bakmak lazım çünkü. Romanlarındaki karakterler -Andrey Bolkonski'nin trajik arayışı, Pierre Bezukhov'un spiritüel yolculuğu, Anna Karenina'nın yasak aşkı- insan varoluşunun evrensel temalarını somutlaştıran karakterler olmuştur bu nedenle. Tolstoy, bu karakterler aracılığıyla özgür irade, ahlaki sorumluluk ve toplumsal normların tek tek insanların üzerindeki etkisi gibi temel soruları irdelemiştir. Laf ola beri gele, var mı artık böyle yazabilen birileri? Ara, belki bulursun!

“Anna Karenina”, Tolstoy'un edebi gücünün doruğunu temsil eder. Yasak aşk hikâyelerini herkes sever! Romanın açılış cümlesi "Bütün mutlu aileler birbirine benzer; her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır”, bu cümle yek başına bile bir roman eder; evlilik ve toplum üzerine derin bir gözlemi ifade eder. Anna'nın trajedisi, bireyin toplumsal kurallarla çatışmasının ve bu çatışmanın bedelinin bir portresidir. Ancak Tolstoy, Anna'nın hikâyesini anlatırken, aynı zamanda Levin karakteri üzerinden kendi arayışını da betimler. Ah bu mutsuz evlilikler… Levin'in toprak........

© T24