BU BİR ULUSAL GÜVENLİK VE BEKA SORUNU: TV’lerdeki Yayınlar, Kitleleri Zehirliyor
Bu yazıda Dünyanın birçok ülkesinde yapılmış bilimsel çalışmalar, resmi raporlar ve istatistiklerle saha çalışmalarından yararlanarak TV yayınlarının fertleri ve toplumları nasıl etkilediğini ortaya koymaya çalışacağız.
Bu, farklı bir savaş çeşidi!
Sabah kalkıp kahvaltıya otururken televizyonu açtığınızda, karşınıza çıkan manzara malum: Dünyanın her tarafından özenle(!) derlenmiş trafik kazası haberleri, ardından kadın cinayetleri, sokak kavgaları, afetler, yangın felaketleri, istismar, kediye şiddet, köpeğe eziyet, anasını kesti, babasını doğradı, kızını öldürdü, kaynanasını yaktı, anasını balkondan attı vakaları... Cinayetlerin bütün ayrıntılarıyla ve cinayet yöntemlerini herkese öğretecek(!) şekilde tasviri… Gün boyu bunlar defalarca yayınlandığı gibi akşam yatmadan önce de ana haber bültenlerinde daha geniş tekrarları…
Korku tiyatrosu her evin içinde
Haber bültenleri, adeta bir korku tiyatrosuna dönüşmüş durumda. Tam bir kabus! Bu ekranlar, sadece haber aktarmakla kalmıyor; zihinlerimizi, duygularımızı ve hatta toplumsal algımızı değiştiriyor, dönüştürüyor ve yeniden şekillendiriyor. Peki, bu sürekli şiddet ve felaket bombardımanı, bireylerde ve toplumda ne gibi izler bırakıyor?
TV şiddeti konusunda sarsıcı tespitler
Bilimsel çalışmalar, saha araştırmaları ve resmi raporlar, bu soruya net cevaplar veriyor: Faydaları sınırlı, zararları ise çok çok derin ve kalıcı. Amerikan Psikoloji Derneği (APA) raporlarından George Gerbner'in kültürel yetiştirme teorisine, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) uyarılarından istatistiklere kadar uzanan bir yelpazede, konuyu ele aldık. Zira medya sadece haber vermiyor; bir toplumun ruh halini de tasarlıyor.
Öncelikle, bu tür haberlerin psikolojik etkilerini anlamak için, George Gerbner'in 1970'lerde geliştirdiği "Kültürel Yetiştirme Teorisi"ne (Cultivation Theory) bakalım. Gerbner, uzun süreli televizyon izlemenin, izleyicilerin gerçeklik algısını nasıl çarpıttığını ortaya koyan öncü bir araştırmacıydı. Teoriye göre, “yoğun izleyiciler,” Yani günde dört saatten fazla televizyon karşısında kalanlar, medyanın sunduğu dünyayı, kendi gerçeklikleri olarak içselleştiriyor. Özellikle şiddet dolu haberler, "Ortalama Dünya Sendromu"nu tetikliyor: İzleyiciler, dünyayı olduğundan daha tehlikeli, daha zalim ve daha öngörülemez bir yer olarak algılamaya başlıyor. Gerbner'in 1968'deki anket çalışmasında, yoğun izleyicilerin haftalık mağduriyet ihtimali 1/10 olarak tahmin ettiği, hafif izleyicilerin ise 1/100 dediği görülmüştü. Gerçek istatistiklere göre ise bu oran 1/10.000'di. Yani, medya, korkuyu inanılmaz şekilde şişiriyor.
Bu teori, sadece soyut bir kavram değil; somut verilerle destekleniyor. Pennsylvania Üniversitesi’nden, Gross Gerbner ve S. Aday'ın 2003'teki araştırması, yerel haberlerdeki sansasyonel suç haberlerinin, izleyicilerin mahalle güvenlik algısını düşürdüğünü gösteriyor. Yoğun izleyiciler, gerçek suç oranlarından bağımsız olarak, suç oranlarını -30 daha yüksek tahmin ediyor.
Benzer şekilde, medya psikolojisi ve iletişim bilimleri alanında önde gelen Amerikalı akademisyen Roger W. Busselle'nin 2003 çalışması, suç-şiddet programlarını izleyen ebeveynlerin çocuklarına suç konusunda aşırı uyarılar yaptığını ortaya koydu; bu da korkunun nesiller arası aktarımını sağlıyor.
TV’ler toplumsal paranoya oluşturuyor
Türkiye'de de durum farklı değil: RTÜK'ün 2022 raporuna göre, prime time haberlerinde şiddet içeren içerik oranı e'i aşarken, izleyici anketleri (örneğin, Kadir Has Üniversitesi'nin 2023 medya raporu), katılımcıların B'sinin "dünyayı daha güvensiz hissettiğini" belirtiyor. Bu, sadece bireysel bir algı değil; toplumsal bir paranoya oluşturuyor.
Peki, bu etkiler bireylerde nasıl tezahür ediyor? Saha araştırmaları, net bir tablo çiziyor.........© Stratejik Düşünce Enstitüsü





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin