menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Utanç üzerine...

25 25
22.07.2025

Bu hafta bir anıyla başlamak istiyorum.

Bugün artık pek esamesi okunmuyor ama Ertuğrul Özkök, benim gençliğimde Türkiye basınının en önemli isimlerindendi. Sermaye sınıfının başlıca gazetesi olan Hürriyet’in başyazarıydı ve emekçi halka düşmanlık etmeyi, zengin patron sınıfını yıkayıp yağlamayı meslek edinmiş, Türkiye’nin “okumuş karanlığı”nın en önemli kalemşorlarından biriydi.

İşte bu adamın unutamadığım bir yazısı var, tarihi 4 Ocak 2007. Bu yazıda Özkök, çevreyolunda minibüsten inip karşıya geçen bir kadına çarpıp öldüren bir BMW sahibini savunuyor; bu örnekten yola çıkarak gündelik hayatta zenginlerin haklı olduğu zamanlarda hakkını arayamadığından, halkın gözünde otomatik olarak haksız konuma düştüğünden yakınıyordu. 1

Zenginsever Özkök sözcülüğünü yaptığı kan emici sınıf açısından haklıydı. Bu ülke AKP’nin elinde tüm erdemlerini yitirip çürümeden önce zengin olmak, bilhassa da bunu göstere göstere yaşamak ayıptı. Hani AKP’liler “eski Türkiye şöyleydi, böyleydi” diye ahkam kesip küçümsüyorlar ya; eski Türkiye’de zenginler, insanlar deprem enkazı altında can çekişirken yurt dışında yaptıkları arsız kutlamaların2 ya da ölümcül bir salgın hastalık yüzünden evlerine hapsolmuşken yalılarının rıhtımından kondisyon bisikleti çevirme fotoğraflarını3 Instagram’a salamazdı.

Yirmi üç yıllık AKP iktidarının neye hizmet ettiğinin belki de en açık (ve diyalektik) göstergesi bu: Eski Türkiye’de zenginler zenginliklerini göstermekten utanırdı, şimdi yoksullar yoksulluklarını saklamaya çalışıyor.

Bu arada, yoksulluk öyle derinleşti, zenginlik ise öyle büyüdü ki, ikisi de çuvala sığmıyor.

Aklımızda tutalım, buraya döneceğiz. Şimdi konumuza gelebiliriz...

***

Utanç insanın en güçlü duygularından biri, öte yandan geçtiğimiz haftalarda ele aldığımız öfke ve korkudan çok daha toplumsal bir öze sahip. Zira utanç, ancak başka insanlara karşı hissedilir; yalnız insanın utancı yoktur.

Liberal düşünce, bireyle toplumu birbirinin karşısına koyduğu ve yarattığı bu suni karşıtlık üzerinden toplum düşmanı olduğu için utanç duygusuna da savaş açmış durumdadır. Liberalizmin kurucu babalarından Nietzsche, ahlakı “bireyin sürü içgüdüsü”4 sıfatıyla aşağılar ve liberal düşünce de genel, yani toplumsal ahlakı, tamamen ortadan kaldırılmasa da olabildiğince seyreltilmesi gereken bir şey olarak görür. Bu düşünceye göre insanın yapabileceklerinin sınırları salt hukuk kurallarıyla belirlenmeli ve birey de topluma karşı yalnızca bu çerçevede sorumlu olmalıdır. Örneğin zor durumdaki bir insana yardım etmek bir hukuki zorunluluk değilse, kamusal alanda yaralanmış ve çaresizce yerde yatan bir insanın yanından kafasını çevirip geçen birisi sadece suçsuz değildir, aynı zamanda ayıplanmamalıdır.

Oysa bu düşünce büyük bir çelişkiyle maluldür: Ne kadar toplum düşmanı olursa olsun liberalizm de toplumsal bir sistemdir ve herhangi bir toplumsal sistem, ne “ahlak” ve........

© soL