menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Gösteri siyaseti

22 0
26.08.2025

Bu haftaki yazıya kısa bir anekdotla başlamak istiyorum.

Yıl 2002’ydi. AKP’nin ülkenin başına çörekleneceği seçimler yaklaşıyordu. Yakın bir arkadaşımızın babası, beni DSP’den ayrılan (kendisinin de parçası olduğu) hizbin kurduğu Yeni Türkiye Partisi’ne örgütlemeye çalışıyor; bana bu partinin AKP’nin yükselişini durdurabilecek tek sosyal demokrat barikat olduğunu anlatıyordu. O günlerde partinin genel başkanı İsmail Cem, İstanbul’daki örgütlenmeye güç vermek için bir “İstanbul Çıkartması” düzenledi. Partinin merkezindeki karakterler hep beraber uçakla Atatürk Havalimanına inecek, burada İstanbul örgütü tarafından karşılanacak ve bir araç konvoyu eşliğinde İstanbul turu atacaklardı. Arkadaşımın babasının peşine takılıp ben de gittim.

Manzara tam bir rezillikti. İlçe örgütleri alanda daha fazla görünmek için itişip kakışıyor, Kadıköy örgütünün bastırdığı tişörtlerinde sadece partinin ismi değil aynı zamanda “Kadıköy İlçe Teşkilatı” ibaresi olması kıskançlık ve tartışma konusu oluyor, Mustafa Sarıgül briyantinli saçları ve sırtlan gülümsemesiyle alanda gezinip elini sıktığı herkesin kulağına bir şeyler fısıldıyordu.

Akşam hayal kırıklığımı paylaştığımda, beni örgütlemeye çalışan kişiden burjuva siyasetinin en temel kurallarından birini öğrendim: Bana canımı sıkan şeyleri kafama takmamam gerektiğini, siyasetin “çoğu film, azı ilim” bir şey olduğunu söyledi.

Kulağıma küpe yaptım, voltamı aldım ve Türkiye Komünist Partisi’yle tanışana kadar bir daha siyasete bulaşmadım.

***

1968 altüst oluşunun Fransa ayağının en önemli teorisyenlerinden biri Guy Debord’du. Yazdığı Gösteri Toplumu dönemin temel metinlerinden biridir ve bu kitapta Debord, özetle, kapitalizmin güncel halinin bir “gösteri” olduğunu, bu gösterinin salt bir şov değil kapitalizmin ta kendisi olduğunu savunur.

Debord kendisini Marksist olarak tanımlıyordu; ne var ki, 68 hareketi ne kadar Marksistse, o kadar Marksistti. Örnek olsun: “Gösteri, sermayenin imgelere dönüşeceği noktaya dek biriktirilmiş halidir” diyecek kadar materyalizmin dışına çıkan bir çerçeveye sahipti. Nitekim yazdıkları, Marksizme bir katkı olmaktan çok, Baudrilliard’ın Simülakrlar ve Simülasyon kitabı ya da Yuvel Noah Harari’nin “para insanların birbirine anlattığı bir hikayedir” tezi gibi postmodern düşüncelere ilham oldu.

Yine de, bana sorarsanız Debord devrimciliğinde samimiydi. Emperyalizmin en önemli imge imal etme merkezlerinden biri olan Paris’te yaşıyor; markalara ve modalara dayalı popüler tüketim kültüründen de burjuvazinin sahtekârlık üzerine kurulu, “çoğu film azı ilim” siyasetinden de tiksiniyordu.

Debord’un düşüncelerinin kapsamlı bir eleştirisi yazımızın sınırlarını aşar; bu yüzden biz konumuzla bağlantılı bir alıntı yapıp, bu bahsi kapatalım:

"Bir yanda, bir hükümet iktidarı kendini bir sözde-yıldız olarak kişiselleştirebilir; diğer yanda, bir tüketim yıldızı, yaşam üzerinde bir sözde-iktidar olarak tanınmak için kampanya yürütebilir. Ne var ki, bu yıldızların faaliyetleri aslında özgür değildir ve gerçek bir seçenek sunmaz."1

***

Düzen........

© soL