Devrim üzerine…
İnsanlığın iyiliğini isteyen insanlar için, uzun zamandır kabullenilmesi çok zor bir dünyada yaşıyoruz. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından bu yana, dünyanın herhangi bir yerinde devrim olmadı, sömürücü egemenlerin otoritesi insanlık tarafından başarılı biçimde sarsılmadı. Aksine, o sömürücü egemenlik hayatın her alanına nüfuz etti; tüm çürütücülüğü ve kıyıcılığı ile bir yandan insanlığın varoluşuna anlam katan tüm değerlere, diğer yandan da somut insan hayatlarına her geçen gün daha pervasızca saldırır oldu.
Yazıya “insanlığın iyiliğini isteyen insanlar” diyerek başladım ve insanlığın kesinlikle çoğunluğunu tarif eden bu tanımın aynı zamanda “devrimciler” hatta “devrimi arzulayanlar” kümesini oluşturmadığının farkındayım. Ama 1917’deki Büyük Ekim Devrimi’nden bu yana, sosyalist devrimlerle kurulmuş ülkeler, insanlığın yüzünü daha iyiye, daha güzele, eşitlik ve özgürlük içinde yaşayabileceği bir geleceğe döndüğünün somut kanıtıydı. Bu yüzden, devrimci olmayan, hatta devrimlerin gereksiz ve kanlı maceralar ya da toplum mühendisliği girişimleri olduğunu düşünen insanlar için dahi, bir Lenin büstü olumsuz değil olumlu duygular çağrıştıran bir obje, umutlu bir tebessüm sebebiydi.
Şimdi, bir tek Küba kaldı, karanlıkta bir mum ışığı.
Çok uzun zamandır insanlık madde alanında sonuç alacak biçimde örgütlü mücadele edemiyor. Sömürücü egemenliğe karşı kavgamızda esasen mana alanına sıkışmış durumdayız. Kavgamızı düşünce silahlarıyla vermeye çalışıyoruz ama burada da çoğunlukla enerjimizi israf ediyor, sorunun özünü ıskalayan, hatta aktif olarak onun etrafından dolaşan tartışmalarla uğraşıyoruz. Üstelik insanlık asıl madde alanında güçlüdür ve mana alanında zayıftır, çünkü emekçi halk sömürücülerden çok daha kalabalıktır ama okullar, üniversiteler, gazeteler, televizyon kanalları, filmler, diziler, bilgisayar oyunları, internet, sosyal medya platformları hepsi ama hepsi esasen sömürücülerin elindedir.
Marx, kendi düşünsel yolculuğunun başında, “eleştiri silahı asla silahlı eleştirinin yerini alamaz, maddi güç ancak maddi güçle devrilir” der, ama hemen ardından şunu ekler: “Ama teori kitleleri yakaladığında maddi bir güce dönüşür.”
Uzun bir süredir, dünyada ve Türkiye’de, kendine solcu ya da devrimci diyenler madde ile mana, eylem ile düşünce arasında sanki bu diyalektik yokmuş gibi davranıyor.
Çünkü yaşanan büyük yenilgi ile pek çoğu devrime olan........
© soL
