Son 45 güne dair düşünceler (II)
Geçen hafta 19 Mart’tan sonra yaşananlara dair düşüncelerimin bir bölümünü paylaşmış, kendimce Akepe rejimine karşı yükselen isyanın gerekçelerini sıralamaya çalışmıştım.
Bu hafta ikinci ve son bölümü sunuyorum. Rastlantıya bakın ki, aşağıda okuyacağınız bölümün konusu olan “açılım” bağlamında önemli gelişmelerin olduğu bir ana denk geldi bu kısım.
Ekonomik güçlükler, kültürel dayatmalara gösterilen tepki gibi unsurların yanında 19 Mart sonrası yaşananların üçüncü sebebine değineceğim. AKP-MHP ortaklığının ismi ve kapsamı belirsiz “açılım” siyaseti, nüfusun büyük bölümünü oluşturan Türk halkında tepki yaratmıştır. Sokağa çıkan kitlelerde yaygın olarak tanık olduğumuz milliyetçi ve PKK karşıtı sloganların açıklaması budur. Bu arada toplumda yükselen Türk milliyetçiliği eğilimine rağmen “açılım”ın öncülüğünü yürütme görevi verilen MHP'nin kitlesinin partiden hızla uzaklaştığı ve çok sayıda yeni ve muhalif örgütlenme çabasına girdiği not edilmelidir. Bu da iktidar bloğunun geleceği ve kalıcılığı bakımından olumsuz bir gelişmedir.
Diğer yandan “açılım”ın Kürt halkında da geleceğe yönelik bir umut yaratmadığını vurgulamak gerekir. Kürt halkı adına siyaset yaptığını söyleyen parti ve örgütlerin bütün çabasına karşın özellikle Batı’da, büyük kentlerde yaşayan Kürtler için ülkenin bütününü kaplayan Akepe karanlığından, sömürüden, yoksulluktan, adam kayırmacılıktan, dinselleştirmeden ve umutsuzluktan kurtulmak öncelikli hedeftir. Bunlar gerçekleşmeden Kürt halkının ezici çoğunluğunu oluşturan emekçi kesimin hayatında anlamlı bir değişiklik beklemek gerçekçi değildir. Siyasal bilinç düzeyi ülke ortalamasının hayli üzerinde olan Kürt emekçisi bunu bilecek deneyime sahiptir.
Sorunun özüne bakacak olursak, PKK’nin kendini feshetmesi diye adlandırılan sürecin örgütün isim ve kısmen nitelik değiştirmesinden ibaret kalacağı açıktır. Suriye’de elde edilen avantajın silahsız sürdürülebilmesi mümkün değildir. Mesele büyük ölçüde silahların bundan böyle kimin için ve kime karşı kullanılacağıdır. Bu konunun ayrıntısına girmek yerine şu yazımı hatırlatmakla yetineceğim.
Bu işin sonu nereye varır sorusuna yanıt vermek kolay değil. Yine de bu bahsi kapatabilmek için aşağıdaki birkaç düşünceyi sıralamakta yarar var.
Akepe ve ortağı 23 yıl sonunda büyük ölçüde denetim altına aldığı güvenlik ve adalet mekanizmalarını kitlesel protestoları ve başkaldırı eğilimlerini ezmek için kullanacaktır. AKP bir yandan da düzen içi muhalefeti evcilleştirecek, esasen haklı sebeplerle CHP’ye tümüyle angaje olmaktan kaçınan eylemci kitleden uzaklaşmasını sağlayacak adımlar atmayı sürdürecektir.
Bu noktada karşımıza çıkacak soru şudur: CHP protestocu kitleyi çeşitli yöntemlerle bezdirecek ve sokağı eve göndererek hangi koşullarda yapılacağı belli olmayan bir seçimi beklemeye mi zorlayacak yoksa giderek büyüyen meşru bir öfkenin yarattığı kitlesel dalgayı arkasına alarak iktidarı sarsmaya devam mı edecektir?
CHP tarihini ve yapısını bilenler için birinci olasılık daha güçlü görünmektedir. Bununla birlikte tarihin sürekli tekerrür edeceğini düşünmek de yanıltıcı olabilir. Tepkisini doğru bir zeminde örgütlediği takdirde Türkiye toplumunun değişim talebi AKP’yi de CHP’yi de sollama hatta devre dışı bırakma potansiyeline sahiptir.
Şimdi biraz da yaşananların dış politikayı ilgilendiren boyutlarına bakabiliriz.
AKP’nin 23 yıllık iktidarının temel özelliklerinden biri dış politikada önceki iktidarlara kıyasla daha esnek davranabilmesidir. AKP yeri geldiğinde AB yanlısı, yeri geldiğinde ABD müttefiki, yeri geldiğinde ise Rusya’ya yakın, yeri geldiğinde Çin’in önemli ticari ortağı olabilmektedir. Esasen bu davranış kalıbı AKP’ye özgü bir “beceri” olmaktan ziyade değişen dünya konjonktürüyle bağlantılıdır. ABD hegemonyasındaki zayıflama, Putin liderliğinin Rusya’yı yeniden dünya sahnesinde etkin hale getirmesi ve Çin’in ekonomik bir kutup olarak ortaya çıkması Türkiye ölçeğindeki ülkelerin hareket alanlarını genişletmiştir. Artık birkaç küçük istisna........
© soL
