Adını koyalım…
Siyasal iktidar-muhalefet arasında sürekli yeniden üretilmeye devam eden karmaşık ilişkilere, yaşananlara yönelik hukuksal ve siyasal değerlendirmeler düzeniçi normlarla yapılmaya devam ediyor. Bu yönde hukuksal meşruiyet tartışmaları da yapılıyor ki burada “demokratik hukuk devleti”, “demokratik toplum düzeni”, “seçme ve seçilme hakkı”, “demokratik siyasal yaşamın vazgeçilmezliği”, “Türk Ulusu adına bağımsız ve tarafsız yargı yetkisi” gibi daha derinlikli konular devreye sokuluyor.
Hepsi de yürürlükteki Anayasa kapsamında değerlendirme ve tartışmalar. Bu kaygan zeminde anayasallığa, hukuka çağrı da olağan. Ancak, hukuk ve yargının baskı aracı yapılması karşısında hak arama özgürlüğü kullanılabilecek mi, kullanılsa bile sonuç alınabilecek mi? Diğer deyişle anayasallığa, hukuka çağrı amacına ulaşıyor mu? Sömürücü ve eşitsiz düzende adalet denileni yaşama geçirmek olası mı? Soruların yanıtının ağırlıklı olumsuz olduğunu sınıfsal tarih içinde tek tek anlatmaya gerek yok.
Hukuk ve yargıdaki kargaşa ve tartışma devam ederken konuyu ekonomik, siyasal, toplumsal ilişkiler kapsamında ve sınıfsal olarak ele almadan sonuç alınamayacağı çok kez yaşandı.
Dinsel ve etnik gericilik hukuksal, yönetsel, denetimsel ve siyasal gericilikle buluşunca, -ki bu buluşmanın egemenler yönünden sorunsuz olduğunu ve birbirini beslediğini görüyoruz- iç çelişki, hesaplaşma, parçalama, güç........
© soL
