Tetikten tetikçiliğe “benzetilen” gazetecilik
Geçen pazar yayınlanan “Kameranın tetiği” yazımda habercilikle ilgili etik tartışmalardan birisine, Güney Afrika’daki foto muhabirlerinin ödediği ağır bedellerin örnekleriyle değinmeye çalışmıştım. O vesileyle fotoğraf makinesinin, “kamera”nın deklanşörüyle ilgili “tetik” benzetmesine de…
Foto muhabirinin, kameramanın o “düğme”ye ne zaman, nasıl, niye, “hangi açıdan”, ne niyetle bastığı/basmadığı, basarken “kimin yanında” durduğu, öyle tartışmaların alanını da genişletiyor. Ve “tetik” benzetmesinin daha ötesini, “tetikçilik”i de maalesef gazetecilik, habercilik deyimleri arasına ekliyor. Böyle bir “meslek” için en ağır yaftalardan…
En pespaye hâliyle ortada
Ezelden beri “Sahibinin sesi” benzetmesine de mevzu olan gazetecilik, bugün iyice “benzetildiği” için metaforlar da sınır tanımıyor. Türkiye’de fazlasıyla, en uç örnekleri, en pespaye hâliyle görüyoruz. Gündelik deyimlerden… Birisi o ağır ithamı kullandığında, “tetikçilik yapan gazeteci, haberci, yorumcu” dediğinde gözünün önüne “aile albümleri” bile geliyor.
Her şeyin “kirli savaş”a dönüştürüldüğü bir ortamda dile yerleşen “düşman (ceza) hukuku”na da gayet uygun bir “gazetecilik” esasında. O “düğmeye basıldı” zira. Çoktan basıldı…
Haberlerin oluşumunda, safahatındaki “tetik”ler, “düğme”ler, “tuş”lar sadece kamerada da değil tabii. Muhabirden haber müdürüne, editörlere, yazıişlerinden genel yayın yönetmenine herkes bir düğmeye, tuşa basarak “iş”ini yapıyor. Ve o mekanizmaya uyarak/uydurularak, elden ele karşımıza çıkıyor “haber”ler.
Düğmeye çoktan basıldı…
Lâkin “düğme” ondan da ibaret değil maalesef. O düğme bütün bu sürecin dışında görünen ve aslında gazeteciliğin ana tarifi, temel ilkeleri gereği dışında olması da gerekenlerin elinde. Haber dilinde “düğmeye basıldı” deyimi de popüler zaten. Freudyen dil sürçmesi misali örtülü bir itiraf sanki…
Hem devletin, iktidarın “hayırlı adımlar”ını duyururken, övgüyle, müjdeyle… Hem de derinlerden ya da yukarıdan birileri “düğme”ye basıp istenmeyen, mesleğe, hatta hakka hukuka, vicdana uymayan bir şeyi, süreci başlatırken, eleştiriyle.
Harcıâlem, sığ bir benzetme gibi görünse de, birilerinin elinin altında, komuta masasında her şeyi kontrol eden o “düğme”nin olduğu ülkelere uyuyor doğrusu. Düğmeye basıldı artık; tüm mekanizma öyle hareket edecek, o koca çark öyle dönecek.
Gazetecinin “keskin nişancılığı”
Geçen haftaki yazımın sahnesinde savaş muhabirliği, “çatışma haberciliği” olunca aklıma yıllar öncesinden bir örnek de geliyor. Tetiğin, düpedüz tetikçiliğin uç örneği… Bugün gibi hatırlıyorum.
Sene 1993… Bosna’da savaş, katliamlar… Türkiye Gazetesi’nin 16 Şubat 1993’deki manşeti “Cephede bir Sırp vurdum”. “Bosna’da çatışma bölgesine girebilen tek Türk gazeteci Yusuf Sancak” anlatıyor: “Cephe Komutanı Zülfikar’ın müsaade ettiği tek atışı yapmak için dürbünle Sırp mevzilerini yarım saat gözledim. Sonra atışı yaptım, bir Sırp yuvarlandı.”
İstisna değil “yapı” meselesi
De ki “muhabir” bunu yaptı, “gazeteciliği”ne uydurdu da, koca bir gazetenin yazı işleri, editörleri, haber müdürleri bu her yanı “keskin” nişancılığı medar-ı iftiharla nasıl manşetine taşıdı? Bunun tetikleyeceği atmosferi, oradaki gazeteciler için yaratacağı riskleri, tepkileri de mi hesaplamadı?
Esasında böyle sorular bile anlamlı değil. “Yapı” meselesi… Bugün de siyasi........
© Serbestiyet
