Kaybolan “normal”ler ve geriliğe övgü
İlerlemecilik mitinin bir örümceğin ustalıkla ördüğü ağ misâli insanlığı kuşattığı bir evredeyiz. Bu mite göre “daha iyi” olan, gelecekte keşfedilmeyi ve hatta zapt edilmeyi bekliyor. Böylece kronolojik plândaki her “geri”, bu arzuya vurulmuş bir pranga hâline geliyor.
Peki bu “daha iyi” nedir?
Daha fazla “standartlaşma”, daha fazla “verim” ve kaçınılmaz olarak daha fazla “denetim”.
Oysa kapitalist oto-reform döngüsü, bu projeksiyonu hayatımıza yedirdi. Bedeli ise psikolojik, manevî ve maddî düzeylerde epey yüksek.
İnsanlık kadim “normal”lerini yitirdi. Bedelin en büyüğü ve bence en dramatik olanı bu.
Alabildiğine “kurgusal” ve “algısal” bir karakterdeki bu “daha iyi”nin, gerçekten “daha iyi” olup olmadığı ise asla sorgulanmıyor. Genel ve neredeyse otomatik bir kanıksama durumu yerleşti.
Örneğin bugün laboratuvarlarda üretilen ve her bir zerresinden türlü kimyasallar fışkıran “gıda”lara mahkûm edilmek fevkalâde “normal”.
Güneş ışığından mahrum bırakılarak gökdelen kutularında, terli atölyelerde, kapkaranlık fabrikalarda ve gözleri kör edici LED ışıkların gölgesinde tükenmek-tüketilmek yadırganmıyor.
Keza kalitesiz havayı teneffüs etmek, küçücük ve konforsuz evlerde sıkış-tepiş “yaşamak” ve betondan ormanlarda bir ağaca – yeşil alana hasret kalmak da öyle.
“İlerleme”nin bedeli: doğadan kopuş ve yozlaşma
Artık yediğimiz sebze ve meyvenin dahi doğallığı kalmadı. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine göre, küresel gıda üretiminin yüzde 70’i pestisit ve kimyasal gübre içeriyor. Bununla da bitmiyor. Söz konusu çılgınlık, toprak verimliliğini son 70 yılda yüzde 30’dan fazla azalttı.
Felâket!
Ya hayvanlar?
Adına “endüstriyel hayvancılık” denilen korkunç zulüm, işkence ve gaddarlık sistemiyle birlikte her yıl yaklaşık yüz milyar hayvanın çoğunlukla “zevk-ü sefâ” adına imha edildiği bir çark meydana geldi.
Dahası, bu hayvancağızlar, zehre yakın yemlerle “hızlandırılmış” büyümeye zorlanıyorlar. Dolayısıyla hayvanların çektikleri eziyet, son kertede insan sağlığına da bumerang etkisiyle çarpıyor.
İlerlemecilik hastalığı (tüm tâli ideolojileriyle) doğayı bir hammadde yığınına indirgedi.
Martin Heidegger, vaktiyle abidevî Varlık ve Zaman eserinde bu istikâmette muazzam bir uyarıda bulunmuştu. Ormanlarda salt kereste, nehirlerde ise salt enerji santralleri telâkki edildiğinde “doğanın kıpırdayan ve çabalayan’, bizi sarsan ve büyüleyen” boyutunun perdelendiğini söylüyordu.
Başka bir deyişle insan, kapıldığı – hatta peşinden sürüklendiği bu “furya” sebebiyle kendisinin de içinde bulunduğu “yaşamın birliği ve bütünlüğü” dairesindeki “varlığı”nı ıskalıyor........
© Serbestiyet
