Komisyon’da Başkanlar Oturumu
11 siyasi partinin katılımı ile kurulan, ilk oturumunu 5 Ağustos 2025’te yapan, devamında 9 oturum gerçekleştiren Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun; yaşayan ve sağlığı toplantıya katılmaya elverişli olan 10 Meclis Başkanının katıldığı 7. Oturumu, siyasi, tecrûbi hatta akademik olarak oldukça zengin içerikli bir toplantı olmasına rağmen kamuoyunda yeterince yer bulmadığı için bu yazımda Meclis Başkanları oturumunu değerlendirmek istiyorum.
1. Oturumunda Komisyon’un usul ve esasları tartışılmış,
2. Oturum kapalı gerçekleşerek İçişleri Bakanı Sn. Ali Yerlikaya, Millî Savunma Bakanı Sn. Yaşar Güler, Millî İstihbarat Teşkilâtı Başkanı Sn. İbrahim Kalın sunum yapmış ver ardından soru-cevap işlemi gerçekleşmiştir.
3. Oturum Komisyon çalışmaları kapsamında davet edilecek kurum ve kişiler konusunda müzakere ve yazılı teklif alma hususunda olmuştur.
4. Oturumda Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Sn. Mahinur Özdemir Göktaş sunum yapmış olup; Türkiye Harp Malulü Gaziler, Şehit Dul ve Yetimleri Derneği, Türkiye Gaziler ve Şehit Aileleri Vakfı, Türkiye Şehit Yakınları ve Gaziler Dayanışma Vakfı, Emniyet Teşkilatı Vazife Malulü ve Şehit Aileleri Vakfı, Diyarbakır Anneleri dinlenmiştir.
5. Oturumda Cumartesi Anneleri, Barış Anneleri, İnsan Hak ve Hürriyetleri ve İnsani Yardım Vakfı (İHH), İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (Mazlumder), Tahir Elçi İnsan Hakları Vakfı ağırlanmıştı.
6. Oturumda Türkiye Barolar Birliği, Baro Başkanları (Ankara 2 Nolu, Bingöl, Diyarbakır, Hatay, İstanbul 2 Nolu, Malatya, Mardin, Mersin, Sivas, Van) ağırlanmıştır.
Önemli oturumlardan biri ise Meclis Başkanlarının ağırlandığı oturum, 7. Oturumdur. Bu oturumda Sn. Hikmet Çetin (20. TBMM Başkanı), Sn. Ömer İzgi (21. TBMM Başkanı), Sn. Bülent Arınç (22. TBMM Başkanı), Sn. Köksal Toptan (23. TBMM Başkanı), Sn. Mehmet Ali Şahin (24. TBMM Başkanı), Sn. Cemil Çiçek (25. TBMM Başkanı), Sn. İsmail Yılmaz (26. TBMM Başkanı), Sn. İsmail Kahraman (27. TBMM Başkanı), Sn. Binali Yıldırım (28. TBMM Başkanı) ve Sn. Mustafa Şentop (29. TBMM Başkanı) yer almıştır. Bize aktarılan bilgi, gelemeyen üç meclis başkanımızın da sağlık durumunun buna el vermediği şeklindedir.
8. Oturumda; Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK-İŞ), Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu (HAK-İŞ), Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Memur Sendikaları Konfederasyonu (MEMUR-SEN), Türkiye Kamu Çalışanları Sendika-ları Konfederasyonu (TÜRKİYE KAMU-SEN), Birleşik Kamu İşgörenleri Sendikaları Konfederasyonu (BİRLEŞİK KAMU-İŞ), Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK);
9. Oturumda ise Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB), Türkiye Esnaflar ve Sanatkârlar Konfederasyonu (TESK), Türkiye İşveren Sendi-kaları Konfederasyonu (TİSK), Türk Sanayicileri ve İşinsanları Derneği (TÜSİAD), Müs-takil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) dinlenmiştir.
Başkanların konuşması iki oturum şeklinde düzenlenmişti. Birinci oturum, ilk konuşmacısı 20. Meclis Başkanıolan Hikmet Çetin ile başladı ve sıralı olarak 29. Meclis Başkanına kadar iki oturum halinde konuşmalar yapıldı. Prensip olarak Başkanlara yirmişer dakikalık süre tanımlanmış olmasına rağmen sözleri kesilmedi. 5 dakika konuşan başkan da oldu, 35 dakika konuşan da.
Sözlerine Devlet Bahçeli’yi kutlayarak başlayan 20’nci TBMM Başkanı Hikmet Çetin, konuşmasına doğrudan örgüt üyeleri ile ilgili yapacak düzenlemeler hakkındaki önerilerle başladı. Çetin, “Dağdan çok insan geldi veya gelecek. -devlet kayıtlarına göre- bir eylemleri olmamışsa onları hemen affetmek lazım ve evlerine gitmelerinin yollarını açmak lazım” derken, eylemlere katılanlar ve üst düzey yöneticilerin şu aşamada ülkeye gelemeyeceklerini belirterek, onlar için de uzun vadeli bir geçiş planı önerdi: “Silahlı mücadeleye katılmış, uzun yıllar silah kullanmış, birçok insanı öldürmüş insanları bu aşamada affetmek çok zor, yurt dışına göndermek lazım. İsveç, Norveç, Danimarka, Güney Afrika olabilir ama bir şekilde zaman içinde eğer toplum normal düzeye gelirse onların da affedileceğini bilmesi lazım. Ancak bu aşamada bunları affetmek çok zor.”
Geçmişten bu yana birçok kez Kürt Devleti hakkındaki sorularla karşılaştığını anekdotlarla anlatan Çetin, Kürt Devleti kurulma ihtimalinin azlığını, kurulacak olsa bile Türkiye topraklarında bunun olamayacağını şu sözlerle ifade etti: “Bana bazen ‘Kürt devleti kurulacak mı?’ diye sorarlar. ‘Kurulabilir ama Türkiye bunun içinde olmayacak.’ derdim. Kesinlikle mümkün değil, çünkü çok partili hayat, 1950’den bu yana bu işi çözmüştür; çok iç içe girmişiz, onun için mümkün değil. Yani İstanbul’daki 3-4 milyon Kürt’e ne diyeceksiniz? ‘İstanbul’u terk edin’ mi diyeceksiniz? Marjinal gruplar çıkıp ‘Ben bağımsızlık istiyorum.’ diyebilir, bunun için mücadele de edebilirler ama bunlar marjinal olarak kalırlar. Ben hiçbir zaman Kürt devletinin Türkiye’de kurulacağına inanmadım. 100 defa referandum da yapsanız bağımsızlık çıkmaz. İstanbul’daki 3-4 milyon Kürt’ü nereye göndereceksiniz? Bırakıp işlerini gidecekler mi? Onların hepsi iş adamları olmuşlar, işleri var güçleri var. Onun için ben Türkiye’nin bu telaşının gereksiz olduğuna inanıyorum.”
Çetin; Talabani ve Barzani’ye Özal’ın talebi ile verdiği pasaportları hatırlatarak, Talabani’nin kendisine: “Doğu’da Humeyni, Güney’de Saddam, Batı’da Esat.” Elini açtı “Ne işim olur bunlarla ağabey? Benim ve Kuzey Irak’taki Kürt halkının bir hedefi var: Avrupa Birliğine girmiş, demokratik, laik Türkiye” dedi. “… demokrasiyi tam gerçekleştirip laik, demokratik, Avrupa Birliğindeki bir Türkiye’nin bütün bölgedeki Kürtler için bir cazibe noktası olacağına inanıyorum yani Suriye’dekiler, Irak’takiler, İran’dakiler için de bir çekim noktası olacağına inanıyorum.” diyerek sözlerini bitirdi.
İkinci konuşmacı 21’inci TBMM Başkanı Ömer İzgi idi. Yazılı bir metinden görüşlerini bildiren İzgi; Anayasal vatandaşlık, Cumhurbaşkanının TBMM’de seçilmesi, Anayasa’nın değiştirilemez maddeleri ve Anayasa’nın illerin birleştirilebileceğine dair düzenlemesi halinde oldukça radikal önerilerde bulundu.
Sözlerine, “Bahçeli’nin ‘PKK kendisini feshetsin, Abdullah Öcalan açıklamasıyla bu ortaya konsun, umut hakkı tanınsın.’ şeklindeki açıklamasını duyduğum anda ‘İyiye mi gidiyoruz’ diye mırıldandığımı biliyorum. Ancak çok geçmeden, Öcalan’ın açıkça ve net olarak ‘Federasyon yok, özerklik yok, hatta kültüralist istekler yok dedi. Hiçbir şart ileri sürmeksizin -örgütün- kendisini feshetmesi gerektiğini ilan etti” ile başlayan İzgi, “(Örgüt üyelerinin) ne olacağına ilişkin hukuki durumlarının -ele- alınması zamanına gelinmiştir.” diyerek “Bu özel durumu fırsat sayarcasına başka kategorideki yasal takiplerde olanlar için ayrıcalık bakımından talepte bulunmak, yapılacak bu özel çalışmayı sekteye uğratacak hamleler olur.” sözleriyle kamuoyunun genellik ve kapsayıcılık taleplerine de bir set çekiyordu.
Ömer İzgi, TBMM’nin yasa ve anayasa yapma hakkı ve yetkisi için 1876 anayasası ve 1787 ABD örneğine referans vererek, değiştirilemez madde düzenlemesinin “ebedi” nitelikte olduğunu şu sözlerle savunmuş oldu: “Yasa çıkarmak gerekiyorsa, anayasa değişiklikleri yapmak gerekiyorsa o da yapılacaktır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yapamayacağı bir şey yoktur ancak … yapacağı işlemlerde Anayasa’ya uymak zorunluluğundadır. Söz gelimi, Anayasa’da ‘değiştirilemez’ olarak norm kabul edilen ilk 3 madde ile Anayasa’nın 6’ncı maddesindeki ‘Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.’ hükmü değiştirilemezlik kapsamında ebedilik garantisi olan maddelerdir. Değiştirilemez özellikli maddeleri bulunan anayasaların, bu maddelerin değişmezliğinin kaldırılma şekline ait herhangi bir düzenleme getirmemiş olması böylesi maddelerin ebedilik garantisi olarak konmuş olmasındandır. Gerçi dünyada tek olarak 1787 ABD Yasası’nın 5’inci maddesiyle konulmuş olan değişmezliğin kaldırılması için şekil belirlenmişse de bakıldığında mevcut dokunulmazlığın kaldırılmasında etkisi olmayan bir düzenleme olduğu görülmektedir. Sonuç olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin şu anda yürüttüğü yöntemle Anayasa’da dokunulmaz olarak belirtilen hükümlerin kaldırılması, değiştirilmesi veya onlara aykırı yeni bir yasal düzenleme yapma yetkisi bulunmamaktadır.”
İzgi, değiştirilmezlik mevzuunu dünya örnekleriyle de savundu: “Değiştirilemezlik normlarının yalnızca bizim Anayasamızda bulunduğu gibi söylemler de doğru değildir. Benzer düzenlemeler ABD, Almanya, Fransa, İtalya, Yunanistan, Brezilya, Hindistan ve Portekiz gibi daha başka ülkelerin anayasalarında da mevcuttur. Hatta en önemlisi 1876 Anayasa’mızın 115’inci maddesinde de değiştirilemezlik maddeleri vardı; o da şimdiki Anayasamızdaki gibi 3 madde değil, o Anayasa’nın bütün maddelerini kapsıyordu. Hâl böyleyken bu maddelerle ilgili olarak ‘Şöyle yapılacak, böyle olacak.’ şeklindeki söylemler yapılan çalışmalarda olmayan hususlardan biridir.”
“Odak noktamız fesih ve buna bağlı yapılacak düzenlemeler ise, gerekiyorsa Anayasa da değiştirilir” diyen İzgi, Anayasa’nın vatandaşlığı düzenleyen maddesi için şu sözlerle değişiklik önerdi: “Anayasa’nın 66’ncı maddesi değiştirilmeli ve yerine, mekânı cennet olsun, Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptırdığı, 1924 Anayasası’nın 88’inci maddesinde koydurduğu ‘Türkiye ahalisine din ve ırk ayırımı olmaksızın vatandaşlık itibariyle ‘Türk’ denir.’ ifadesi konulmalıdır. Aslında aynı ifade tarzı, 1876 Anayasa’mızın 8’inci maddesinde de olan bir anlayış tarzıydı.” [Meraklısı için, 1876 Anayasası 8. Maddesi şöyle: “MADDE 8.- Devleti Osmaniye tabiyetinde bulunan efradın cümlesine herhangi din ve mezhepten olur ise bila istisna Osmanlı tabir olunur ve Osmanlı sıfatı kanunen muayyen olan ahvale göre istihsal ve izae edilir.”]
Ömer İzgi’nin sürpriz sayılabilecek hatta speküle edilebilecek bir önerisi de birden fazla ilin bileştirilebileceğine dair anayasal düzeleme için kanun çıkarılması gerektiğiydi. Bu tavsiye şu sözlerle kayda geçti: “Anayasamızın 126’ncı maddesinin üçüncü fıkrasıyla getirilmiş olan, birden fazla ilin birleştirilmesi düzenlemesi mutlaka kanunla yapılır hâle getirilmelidir.” Anayasa’nın ilgili 126/3 maddesi şöyle: “Kamu hizmetlerinin görülmesinde verim ve uyum sağlamak amacıyla, birden çok ili içine alan merkezî idare teşkilatı kurulabilir. Bu teşkilatın görev ve yetkileri kanunla düzenlenir.”
Ömer İzgi’nin süreçle ilgili son önerisi kayyum uygulamaları içindi: “Yine, Anayasamızın 127’nci maddesinin dördüncü fıkrasının ikinci cümlesi; örneğin, bir belediye başkanının görevden uzaklaştırılması, görevlileriyle ve Anayasa’nın 14’üncü maddesindeki durumlarla ilgili bir suç iddiasının varlığında olmalı ve görevden alınan başkanının yerine kayyum değil, belediye meclisi üyeleri arasından seçilenin getirilmesi şeklinde değiştirilmelidir.”
İzgi’nin Komisyon nezdinde gündeme getirdiği süreçle ilgili olmayan iki düzenleme önerisinden ilki, yüksek mahkemeler arası görüş ayrılığının giderilmesi kapsamında: “Anayasa’nın 158’inci maddesi Anayasa Mahkemesi ile diğer yüksek mahkemeler arasındaki hüküm aykırılıklarının varlığında şimdiki uygulama yerine yeni bir anayasal oluşumla veya Anayasa Mahkemesi bünyesinde işlev yapmakta olan uyuşmazlık mahkemesine verilecek yeni bir oluşum mekanizmasıyla çözülür şekilde değiştirilmelidir.”
İzgi’nin süreçle ilgili illerin birleştirilmesi hakkında anayasal düzenlemeyi hatırlatan önerisi kadar dikkat çekici bir diğer önerisi Cumhurbaşkanı’nın tekrar TBMM tarafından seçilebilmesi yönündeki teklifi oldu: “Bence çok önemli diğer bir husus da Cumhurbaşkanı’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri tarafından seçilmesi gerekliliğidir. Yapılacak bir değişiklik olursa o da Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin, parlamenter Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine dönüştürülmesidir. ‘Parlamenter sistem’ demiyoruz ‘Parlamenter Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi’ diyoruz ama bu geçişte mutlak olan Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle elde edilen istikrarın zedelenmemesi, istikrar yollarının tıkanmaması olmalıdır. İstikrara süreklilik getiren Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemindeki yürütme organının teşkili ve atanmışların görevden alınması elbette ki yine Cumhurbaşkanı’na ait olarak kalacaktır. Ancak Cumhurbaşkanınca yapılan atamaların görevden alınmaları Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tam sayısının örneğin beşte 3’ü tarafından teklif edildikten sonra, örneğin üçte 2 çoğunlukla alınacak bir kararla alınması da görevden alınması da mümkün hâle getirilmelidir. ‘Bu, sistem değişikliğidir.’ diye itirazlara da itibar edilmemelidir.”
İzgi bu yönde değişiklik yapılması halinde bazı yetkilerin yeniden düzenlenmesi önerisi gibi seçilme süresi için de teklif getiriyordu: “Cumhurbaşkanı’nın 2 defadan fazla seçilemeyeceği ilkesi korunmak isteniyorsa bu değişiklik teklifimizde, milletvekili seçim süresinden fazlası bir süre, örneğin yedi sene için Cumhurbaşkanı seçilmiş olabilmelidir. Günümüzde sosyal medya ortamıyla sağlanan kara propaganda etkinliği nedeniyle her zaman ‘tek devlet, tek millet, tek vatan, tek bayrak’ felsefesine sadık birinin seçilebilmesi önlenebilirliği mevcuttur. Hatta bu algı tam da bu düşüncenin karşıtı olan birinin P artı 1 sayesinde seçilmesini de sağlayabilir. Oysa bu etki gücü Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri tarafından Cumhurbaşkanı seçiminde gücünü bulamayacaktı. Tabidir ki, Cumhurbaşkanı’nın TBMM tarafından seçilmesi kabul edilince Anayasa’nın 77-79, 101-106, 116’ncı maddelerinde ‘kaldırılmıştır’ ya da ‘değiştirilmiştir’ şeklinde kısa değişiklikler yapılacaktır.”
İzgi sözlerini ise şöyle tamamladı: “Saygıdeğer dinleyenlerim; ülkemin Hakkâri’sinde olmuş, Kayseri’sinde olmuş, fark etmez, bir orman yangınının doğuracağı acıyı yalnız oranın ahalisi değil Türkiye’nin bütün insanları çeker çünkü yanan ormanlar ortak varlığımızdır.”
Üçüncü konuşmacı Sn. Bülent Arınç oldu. Bülent Bey’in samimi, yer yer duygusal, AK Parti öncesi dönem ve kendisinin içinde bulunduğu süreçlerle yüzleşen muhasebe içerikli bir konuşması ve tavsiyeleri oldu.
Arınç sözlerine Komisyon’un kuruluşundaki isabet ve önceki süreçlerde kurulmamış olmasına dair bir değerlendirme/özeleştiri ile başladı: “Başbakan Yardımcısı iken 2009 ile 2015 yılları arasında devam eden ve maalesef olumsuz sonuçlanan çözüm süreci içerisinde görev almış bir arkadaşınızdım. O zaman da bu süreçlerin Meclis’te bir komisyon marifetiyle sürdürülmesi gerektiğini ifade etmiştim. Ancak o günün şartları içerisinde bunun MİT-eliyle-, dışarıdan hükûmet veya bir başka şekilde devamı arzu edilmişti. Ben İYİ Parti’nin dışında bütün siyasi partilerin temsil edilmiş olmasını takdirle izliyorum, bütün arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Keşke o parti de bu Komisyon’da yer almış olsa, fikirlerini söylese, konuşulan fikirleri de dinlemiş olsaydı. Eminim onlar da kendi siyasetlerine uygun bir yolu olumlu bir şekilde dışarıdan takip edeceklerdir, buna da inancım var.”
Arınç sözlerini Komisyon’un isim tartışmalarına referansla sürdürdü: “Tabii, Komisyonu’muzun isminin farklı olması dikkatimi çekti, bu çok olumlu, bu ismi koymuş olmanız da ayrıca takdire değer. Komisyon’un görevi, bu süreci olumlu bir şekilde sonuca ulaştırmaktır.”
Kürtler ile siyasi mesaisini, kardeşlik söyleminin artık kabul görmediğini ise şu sözlerle ifade etti; “Kardeşlik… yıllardır siyasetin içindeyim, 1969’dan beri, 2016’da da aktif olanını bıraktım. Hep Kürtlerle birlikte siyaset yaptım. Öyle bir noktaya geldi ki Kürt siyaseti yapanlar ‘Bırakın kardeşliği kardeşim, önce siz bizi bir eşit vatandaş olarak kabul edin.’ demeye başladılar. Hatta ‘Kardeşim, milletvekili seçiyoruz, içeri atıyorsunuz; belediye başkanı seçiyoruz, görevden alıyorsunuz, yerine kayyum atıyorsunuz; biz nerede siyaset yapacağız?’ demeye başladılar. Bunların hepsine verilecek cevaplarımız olmalı, buna karşılık kuru hamasetle yola çıkılmaz. Geldiğimiz nokta, hamasetin bırakılması gereken bir noktadır.”
Yakın dönem muhasebesine ise “deniz bitti” sözleriyle başladı Arınç: “Hatta, bir zamanların moda tabiriyle, ret, inkâr ve asimilasyon politikalarının bir şekilde gerçekleştirilmiş olması bizim büyük bir ayıbımızdı, biz bunlardan artık vazgeçmeliyiz. Geldiğimiz nokta denizin bittiği, geminin karaya vurduğu bir noktadır o yüzden elimizdeki bu iyi fırsatı çok iyi değerlendirmeliyiz.”
Komisyon üyelerine ve karar alıcılara: “’Şunu rica ediyorum, buradaki Komisyonu’muzdan ve dışarıdaki parti temsilcilerinden: Geçmişe ait hangi söylemleri kullandıysanız bunları unutun’” derken, DEM Parti’nin rolüne de ‘Burada DEM hedeftedir, ben DEM’i takdir ediyorum. Bu süreçte hepimizden daha gayretli, hepimizden daha iyi niyetli, hepimizden daha olumludur. Bu işte öncü olma rolünü kabul ettiler, onları da takdir ediyorum’ sözleriyle dikkat çekti Arınç.
Bülent Bey travmatik 94 olayını ise şu sözlerle kayda geçirdi: “Bir hatıramı nakledeyim: 1994 yılı, DEP kapatılmış ve 4 DEP........
© Serbestiyet
