Celal Şengör’e cevap: Bilim bizi ölümsüz yapabilir mi?
Bu aralar Celal Şengör yine deprem ile gündemde. Ancak 23 Nisan depreminden 3 gün önce sosyal medyada ölümsüzlük ile ilgili sözleriyle gündeme gelmişti. Şengör şöyle diyordu: “Ölümsüzlüğü bulmak çok kolay. Beyin bir bilgisayar. Beyne eşdeğer bir bilgisayar yapıp beynini ona yükleyebilirsem, bitti; ölümsüzsün.”
İddia hem popüler bilim çevreleri tarafından ilgi ile ele alındı, hem de “her canlı ölümü tadacaktır” (Ankebut 57) ayeti bağlamında dini tartışmalara da yol açtı. Eğer Celal Şengör’ün iddiası doğruysa o zaman insanlık ölümsüz olunca bu aynı zamanda İslam’ın yanlış olduğu anlamına gelmiyor muydu?
Bu yazıda Celal Şengör hocanın iddiasını felsefi bir mercekle inceleyecek, iddiası üstüne düşüneceğiz. Bu egzersiz bize popüler bilim tartışmalarına neden felsefenin de eşlik etmesi gerektiğinin güzel bir örneğini sunacak.
Bu uzun düşünce yolculuğuna çıkmadan önce ufak bir not düşmek istiyorum. Şengör’ün iddiası aslında ona ait değil ve son asırda yükselişe geçen bir felsefi ve kültürel hareket olan Transhümanizmin iddiası. Transhümanistler geleneksel olarak dinlerden beklenen şeylerin bilim ve teknoloji tarafından sağlanabileceğini düşünürler. Onlar bilim ve teknolojiyi kullanarak insan doğasının değiştirilebileceğini iddia ederler. Bunu da yapılması gereken bir şey olarak görürler. Biyoteknoloji, yapay zekâ, robotik, nanoteknoloji gibi alanları kullanarak insanları bir üst “sürüme” güncellememiz gerektiği düşünürler. Transhümanistlerin temel hedefleri şunlardır: Zekâ ve hafızanın güçlendirilmesi, insanın fiziksel ve duyusal gücünün arttırılması, insan zihninin makinelerle ya da birbiri ile birleştirilmesi, tüm hastalıkların ve yaşlılığın ortadan kaldırılması ve elbette ki ölümsüzlük. Transhümanist vizyonun toplumu ve insanları nasıl etkileyeceği ya da etik boyutları başlı başına tartışılmaya değerdir. Ancak biz burada Şengör’ün iddialarına yoğunlaşacağız. Şengör’ün argümanı üç öncüle dayanıyor. Gelin şimdi bu üç öncülü tek tek ele alalım.
Şengör’ün birinci varsayımı insan beyninin bilgisayar olduğudur. İlk bakışta bu benzetme sezgisel olarak mantıklıdır: hem beyin hem de bilgisayar bilgi işler, veri depolar ve çıktılar üretir. O yüzden sık sık beyin ve bilgisayar birbirine benzetilir. Popüler konuşmalarda bende bu benzetmeyi kullanırım. Ancak bu benzetme, adı üstünde benzetme. Bunun bir benzetmeden fazlası olduğunu düşünenler vardır elbette ki ama bu iddia bir sürü açıdan eleştiriye açıktır.
Birincisi beyin ve bilgisayarlar birbirinden farklı çalışırlar. Bilgisayarlar bilgiyi genellikle önceden tanımlanmış talimatlar (günlük dilde yazılım) aracılığıyla sembolik olarak işler. Dolayısı ile bilgisayarlar sembol manipüle etme makineleridir ve John Searle gibi çok sayıda felsefeciye göre bunu anlamadan yaparlar. Diğer taraftan beyin farklı şekilde, paralel, dağıtılmış ve dinamik bir şekilde çalışır. Beyin görünürde bir kod çalıştırmaz. Nöral aktivite biyokimyasal süreçlere ve plastisiteye bağlıdır. Bu eleştirinin en meşhur versiyonu John Searle’ın “Çinçe Odası Düşünce Deneyidir”. İlgili dostlar bu düşünce deneyini aratıp okuyabilirler.
İkincisi beyin bilgisayar gibi bir masada duran izole bir donanım değildir. Beynimiz dünya ile bağlantılı ve onunla aktif olarak etkileşen bir fiziksel ortam içine gömülüdür. Beynimiz ve tüm bilişsel süreçler hormonlar, bağırsak mikrobiyotası, kas geri bildirimi gibi biyolojik faktörler tarafından etkilenir. Bu da düşüncenin sadece bir hesaplama ya da program çalıştırma olamayabileceğine işaret eder. Diğer bir deyişle biliş ve düşünce sadece hesaplama değildir, fiziksel beden ve sosyal etkileşim tarafından şekillendirilir. Bu eleştirinin en büyük savunusunu meşhur nörofizyolog Antonio Damasio’nun çalışmalarında bulmak mümkündür. Damasio, duyguların ve bedensel durumların rasyonel düşünce için zorunlu/gerekli olduğunu göstererek muhakemenin tamamen hesaplamaya dayalı bir süreç olduğu fikrine karşı çıkmıştır. Bu yazımızın kitap önerisi Damasio’nun klasik haline gelen “Descartes’ın Yanılgısı” kitabı olsun.
Yine çok sayıda biyolog ya da biyoloji temelli çalışan zihin felsefecisi beynin bilgisayar gibi boş bir işlemci olmadığına dikkat çekecektir. Boş işlemci derken ne kast ediyorum? Bilgisayarlar genel amaçlı makinelerdir ve dolayısı ile donanımları işlevlerini belirlemez. Öte yandan beyin, korku, tanıma, uzamsal yön bulma veya motor kontrolü gibi belirli görevler için optimize edilmiş özel yapılara sahiptir (mesela amigdala, hipokampus, beyincik). Bundan dolayı beyni bilgisayar gibi genel bir bilgi işlemcisinden ziyade evrimsel kısıtlamalarla şekillenen biyolojik bir organ olarak düşünmek daha doğru olabilir. Nitekim biyologlar öyle düşünür.
Bilgisayarlar determinist makinelerdir. Aynı koşullar altında aynı sonuçları üretirler. Diğer taraftan beynin bu özelliğe sahip olup olmadığı tartışmalıdır. Eğer beyinde kuantum etkileri gibi determinist olmayan faktörler ya da liberteryen manada özgür irade varsa o zaman aynı koşullar altında farklı sonuçlar vermesi mümkündür. Dolayısı ile de beyin bilgisayardan farklı çalışır.
Son olarak felsefe literatüründe bilincin zor problemi olarak bilinen problem........
© Serbestiyet
