Bir ismin ve resmin ötesi
Prof. Dr. Beşir Atalay’ın isminin hiçbir gerekçe gösterilmeksizin kurucusu olduğu ve görev yaptığı üniversitenin kampüsünden kaldırılmasına tepkiler devam ediyor.
Üniversitenin kuruluşuna şahit olanlardan geçmişte veya bugün orada görev alanlara, Kırıkkalelilerden, belediye başkanlarından milletvekillerine, sivil toplum ve medyaya farklı çevrelerden insanlar, vefasız ve keyfi olarak tanımladıkları bu işlemin yanlışlığına vurgu yapılıyor. AK Parti’nin eski ve yeni kadrolarından ve siyasetin farklı cenahlarından birçok isim de ayrıca yazıları ve demeçleriyle bunun yanlış olduğunu dile getirdi.
Özellikle de 28 Şubat’ın doğurduğu mağduriyetleri, işten atılan, açlığa mahkûm edilen veya intihar eden akademisyenlerin ve onların ailelerinin çektiklerini yakından bilenlerle tüm o süreçler boyunca Beşir Hoca’nın verdiği emekleri, onun ihlalcilere karşı duruş ve mücadelesini hatırlayanlar açısından ise adalet duygularını çok daha fazla inciten ve doğal olarak tepki çeken bir karardı bu.
Prof. Dr. Beşir Atalay, Kırıkkale Üniversitesini kuran ve orada tüm akademisyenler için dönemin baskıcı ikliminin aksine demokratik bir ortam oluşturan, akademik çalışmaların özgürce yapılabilmesi için bireysel bir mücadele yürüten rektördü.
Akademik ve siyasi kariyeri boyunca oluşturduğu saygınlığı yıllar içinde muhafaza etti ve herkese karşı nazik, saygılı ve insani tavrını daima korudu.
“Dehrin cefasını çekenler”le “sefasını sürenler”in neredeyse daima farklı insanlar olması şaşılacak bir durum değildi. Ama insan yine de asgari bir vefa ve saygı bekliyordu.
Bu beklenti de aslında üniversiteye verilmesi gereken ismin (Kırıkkale Beşir Atalay Üniversitesi) hiç değilse bir kampüse verilmesiyle bir ölçüde teskin ediliyordu. Ama verilmiş ismi de oradan kaldırmak, artık izahı da olmayan bir hadsizlik ve vefasızlıktı.
Elbette bu tür kararlarla, meşhur şiirdeki gibi, “cevher sakıt olmaz kadrü kıymetten” demek mümkün. Ama bu böyle diye bu kadar bariz bir haksızlığı alıp oturmak da olmaz. Nitekim öyle olmadı. Kimse bu hoyratlığı makul görmedi.
İlk andan itibaren ortaya çıkan sahiplenme duygusu ve dayanışma açıklamaları birbirini izledi. Yıllardır hiç konuşup yazmayanlardan bile tepkiler geldi. Şimdiye kadar emeğe saygı, vefa, adalet adına söylenmesi gereken her şey söylendi.
Bu aşamadan sonrasına artık her düzeydeki karar vericilerin adaletin gereklerini yerine getirmesi kalıyor.
Bu vesileyle, bir adaletsizliğin telafisinden fazlasını da konuşmamız, üniversitelerde keyfi veya kişisel olarak görülen kararları en aza indirmenin yolları üzerine de düşünmemiz gerek.
Prof. Dr. Ekrem Yıldız’ın açıklamasındaki önemli bir husus da benzer sorunları baştan önlemenin sağlıklı bir zeminine işaret ediyor: Tüm eylem ve işlemlerin gerekçesini açıklama sorumluluğuna.
“Hangi saik, hesap ve beklentilerle böyle bir karara imza atılmış ise bunun Türkiye........© Serbestiyet
