Sınırda kapitalizmin yeni normali: Sürekli savaş!
Jeopolitikle ekonomi politiğin günümüzdeki özgün kesişim noktasında büyük ve sarsıcı bir uygarlık/insanlık bunalımının içinden geçiyoruz.
Günümüz jeopolitiğinin iki kutbunu, iki süper devlet, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) oluşturuyor. Kutuplar belli ve şimdilik sabit. İki kutup çevresindeki kümelenmeler ise, yirminci yüzyılda oluşan bloklaşmaların devamı yalınlığında değil. İstikrarlı da değil.
Günümüz ekonomi politiğini ise kapitalizmin tarihsel, teorik sınırlarına pratik olarak dayanması olgusu belirliyor.
Dünya pazarının ileri derecede tümleşik bir nitelik kazandığı, sermayenin hareketinin devletleri aşarak somut çelişki ve sonuçlar doğurduğu, kâr oranındaki düşüş eğiliminin kalıcı karakter kazandığı koşullarda, hegemonyası gerilemekte olan ABD emperyalizmi ve zoraki müttefikleri yüksek teknolojili, devasa silahlanma bütçeleri ve lokal savaşlarla bu kez “yaratıcılığı” çok kuşkulu bir “yıkım” stratejisiyle çıkmaz sokakta çıkış yolu arıyorlar. Önümüzde çok büyük tehlikelerle olanakların iç içe geçtiği bir nesnellik uzanıyor.
ABD, Çin ve Rusya “nükleer dehşet dengesi” nedeniyle, en azından şimdilik nükleer silahlarla doğrudan karşı karşıya gelmekten kaçınıyorlar. Buradan bakıldığında bir dünya savaşının içinde değiliz. Dünyanın onlarca yerinde, emperyalist devletlerin asaleten ya da vekâleten taraf oldukları onlarca yıldır sürmekte olan savaşlar söz konusu olduğunda ise pekâlâ Üçüncü Dünya Savaşı’nın içinde olduğumuzu söyleyebiliriz. Yeni türden bir dünya savaşı!
Birinci Dünya Savaşı 4 yıl, ikincisi yaklaşık 5 yıl sürmüştü. 1990’da başlayan Birinci Körfez Savaşı’ndan bu yana dünyanın çeşitli yerlerinde emperyalist devletlerin taraf olduğu savaşlar ise neredeyse kesintisiz biçimde 35 yıldır sürüyor. Kapitalizmin yeni normalinde savaşlar, iki nedenle küresel, kaotik ve sürekli bir karakter kazanıyor.
Birincisi, ne ABD ne de Çin dünya pazarının niteliksel bir dönüşüm geçirdiği, küresel sermaye-ulus devlet çatışkısının keskinleştiği, hegemonya kavramının içeriğinin, kimyasının değiştiği koşullara yanıt verecek yeni bir siyasal strateji ve “yeni dünya düzeni” tasarımı üretebiliyor. Bilişim teknolojisi, üretim-finans, dünya ticareti, silahlanma alanlarında sıçramalı bir tempoyla, “yumuşak güçle” ilerleyen Çin, ABD ile “erken” bir askeri karşılaşmadan kaçınırken, ABD’de bu ilerlemenin nasıl durdurulacağı üzerine iç farklılaşma ve tartışmalar yaşandığı, daha fazla zaman yitirmeden Çin’i askeri kuşatma, yalnızlaştırma, yıpratma ve bölgesel savaşlarla etkisizleştirme stratejisinin ağırlık kazandığı anlaşılıyor. 2023 Ekim’inden bu yana Ortadoğu’da yaşananlar ise, yalnızca yumuşak güçle hegemonya savaşı yürütülmeyeceğini gösteriyor. Sürekli savaşın yeni normal haline gelmesinin birinci nedenini çok kısaca böyle açıklayabiliriz.
İkincisi ve sistem açısından daha önemlisi, nükleer silahlara sahip büyük güçlerin şimdilik doğrudan savaşmadıkları koşullarda bölgesel savaşlar, sınırda ve bunalımdaki kapitalist düzen için tersinden çözüm düzeneği olarak çalışıyor. İki dünya savaşında olduğu gibi büyük ve topyekûn bir yıkım yerine, küçük ama sürekli savaşlarla kârlı yatırım alanları, artık değer aktarma şantiyeleri kurmak istiyorlar. Dünya kapitalist sisteminin en önemli sınır ve kriz göstergesi kâr oranındaki düşüşe karşı bulduğu “çözüm”, aşırı düzeyde birikmiş küresel sermayeyi kârın yüksek ve garantili olduğu silah üretim ve ticaretine akıtmaktır. Bu stratejiyi yaşama geçirmenin gerekli koşulu sürekli savaştır.
ABD’nin ve Trump yönetiminin güncel önceliği silah sanayii ve ticareti üzerinden ABD’ye kaynak transferidir. Trump’ın son Ortadoğu seferinde, Suudi Arabistan ve Körfez emirliklerini en ileri bilişim ve silahlanma üssü haline getirmek üzere 3,2 trilyonluk yatırım planlaması yapıldığı biliniyor. Arap yarımadasını bu stratejinin güvenli........
© sendika.org
