menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

bu işler böyle yürür mü

16 0
11.10.2025

“Türkiye siyaseti yeniden şekillenirken sosyalist strateji” dosyasındaki diğer yazılara ulaşmak için tıklayınız!

geçen yüzyılda ulusal kurtuluş mücadeleleri çok önemli bir dinamikti, genel olarak sosyalizmin itibarı programlarını belirliyor, daha önemlisi sosyalist sistemin desteğiyle başarıya ulaşıyorlardı. bu desteğin çok önemli bir hedefinin sscb’nin etki alanını genişletme hedefiyle ilgili olduğunu da hatırlatayım.

bir halkın üstünde yaşadığı toprağın, emek de dahil tüm kaynak ve değerlerini yönetmek için verdiği ulusal kurtuluş/bağımsızlık mücadeleleri bugün emperyalizm ve bölgesel güçler arasındaki gerilimlerden ve yarıklardan yararlanarak ilerleyebiliyor. bu gerçeklik, bölgemizi anlamaya çalışırken önemli bir faktör bence.

dünya ölçeğinde önemli olan bir diğer nokta yapay zekâya dayanan teknolojik gelişimin yeni bağımlılık ve denetim mekanizmaları ortaya çıkartmış olması.

türkiye’de mevcut rejim tabii ki kapitalizmin bir tezahürü. ancak bu iktidarın kendine has bazı özellikleri olduğunu gözardı edersek, örneğin bugünkü işsizlik ve yoksulluğun neden 2006’da hatta pandeminin hemen ardından yaşanmadığını açıklamayız. bunların başında servetin el değiştirmesi de dahil olmak üzere çeşitli araçlarla kendi sermayesini yaratma politikaları geliyor.

ikinci önemli haslet, sanırım davutoğlu’nun mucidi olduğu bir bölgesel güç olma politikası; savunma sanayiine yapılan yatırım da dahil olmak üzere birçok “hamle” sadece köh ile çatışma üzerinden anlaşılamaz.

akp, neoliberal politikaları uygulayacak herhangi bir sağ parti olmanın ötesinde, bir dava hareketi olma özelliğini uzun zaman korudu ama hem ihvan’ın yenilgisiyle gelen yalnızlaşma hem de iktidarda kalma arzu ve ihtiyacının davanın önüne geçmesiyle islam sadece kitlelerin rızasını ayakta tutmak için araçlaştırılır oldu.

bugün türkiye halkları birçok sorunla karşı karşıya ancak bunların içinde birkaçı aynı zamanda politik dinamikler doğurma potansiyeline sahip.

-emekliler ve işsizler de dahil olmak üzere emekçi kitleleri ağır bir yoksulluğa iten, gelecek kuşakları sağlıklarından, eğitimlerinden eden emek rejimi, enflasyonist politika, tarımın tasfiyesi politikası ve kamu hizmetlerinin yıllara yayılan özelleştirilmesinin ve tabii yukarıda andığım servetin el değiştirmesi sürecinin sonuçları.

-yargıyı muhalefeti pasifize edecek bir silaha dönüştüren, iktidara yakın olanlara ve iki ana egemene yani patronlara ve erkeklere cezasızlık bahşeden hukuksal uygulamalar, iktidarı devretmemek için her türden baskı.

-o çok isabetli ifadeyle, sömürge madenciliği de dahil, tarımla geçinen herkesi açlığa mahkum eden politikalar.

-kürt özgürlük hareketiyle devlet arasında süren müzakere süreci. bu süreçte suriye’deki gelişmelerin de belirleyici olduğunu söylemeye gerek yok sanırım.

devam etmeden önce hatırlatmak istediğim bir şey var.

bugün iktidara karşı olanlar çoğunlukta ve gücümüzü sokakta gösteriyoruz. ancak tarih ve başka ülkelerde yaşananlar böyle bir rejimin barışçıl sokak gösterileriyle iktidarı bırakması ihtimalinin çok düşük olduğunu gösteriyor. işin bu kısmı başka bir tartışmanın hatta belki başka mecraların konusu.

dünyanın farklı yerlerinde sınıf hareketi, başka toplumsal hareketler yükseliyor ama herhangi bir ülkede üretim araçlarının mülkiyetini değiştirecek bir gelişme yakın vadede görülmüyor. o yüzden “ya barbarlık ya sosyalizm” sloganı aslında ümit kırıcı.

çünkü bir devrim, devrimler sadece hazırlıkla, doğru stratejilerle inşa edilmez, aynı zamanda dışsal koşulların -sadece halk kitlelerinin talebi değil aynı zamanda küresel koşulların, enternasyonal ilişkilerin- uygun olduğu bir anda gerçekleşir. bu kadar keskin bir yol ayrımı, geçen yüzyılın gerçekliği.

bunlar barbarlığa mahkum olduğumuz anlamına gelmiyor, barbarlığın ortasında mücadeleyle değiştirilebilecek şeyler var ve bu mücadelelerin de devrimci olması gerekli ve mümkün. sendikal mücadeleden hak mücadelelerine, ekolojik talana karşı verilen kavgadan hayvan özgürlüğü hareketine kadar uzanan ve kapitalizmi hedef alan mücadeleleri kastediyorum.

burada hatırlamamız gereken bir nokta var. üretim araçlarının mülkiyetini değiştirecek bir siyasal devrim belli bir süreye yayılsa da tarih içinde bir âna tekabül eder. iktidar alınır ve işe koyulunur. buna karşılık örneğin ekolojik devrim veya hayvan kurtuluşu/özgürlüğü mücadelesi kökten dönüşümlere işaret etse de, tedrici bir devrim sürecini ifade eder. iktidarı aldığınızın ertesi günü, ilk bir ayda, ilk bir yılda bırakın mandıraları, mezbahaları bile kapatamazsınız; üretim süreçlerini ekolojik önceliklerle toptan değiştirmek de çok zaman alır ve tabii bilgi gerektirir.[1]

diğer yandan herhangi bir hareketin devrimciliği, sürekli devrim ânına işaret etmesinde değil, örgütlenme, çalışma biçimleri ve söylemindedir. siyasal örgütlere birazdan değineceğim, bu dönem özellikle önemli olan alan çalışmaları için şunları söylemek istiyorum.

-sivil toplum örgütleri belli çalışmalar için uygun ama demokratik kitle örgütlerinin de genel olarak kitlesel hareketlerin de yerini tutması mümkün değil. ama bugün sendikaların dahi stk’laştırıldığına şahit oluyoruz.

-karar mercilerinin dar ve merkezi olması yani aşağıdan yukarı bir temsil mekanizmasıyla belirlenmemesi, birçok durumda grupların müzakeresiyle kurulması, finansal bağımsızlığın bulunmaması, kitleselleşme çabasının olmaması herhangi bir hareketi kötü ve yanlış şekillendirilmiş bir stk’ya evriltiyor.

-söylemde ve eylemde devletten, sermayeden, patriyarkadan ve emperyalist kurumlardan bağımsızlık belirleyici. şunun altını çizeyim; bugün emperyalist kurumların denetiminde olan uluslararası fonlar halkların cebinden çıkmıştır ve yine halkların hakkıdır ama bu fonların bilgi, denetim, yönlendirme gibi şartlar karşılığında kullanılması sorun. zaten kitlesel bir hareket finansal bağımsızlığına da sahip olur, bunlara ihtiyaç duymaz.

bu tartışma dosyasının çağrı metninde, dem ve chp ile ilgili karşılaştırmanın, kaleme alanın niyetinden bağımsız olarak, yerleşik düşünce kalıplarımızdan kaynaklanan sebeplerle, bu iki partiye eşit mesafede durma gereği şeklinde algılanabileceğini düşünüyorum. böyle bir niyetle yazıldığını........

© sendika.org