Bilim, Akıl ve Vicdan: Sandalyeden Yaratıcıya Felsefi Bir Yolculuk–37
"Tabiat Matbaa Değil: Gözden Kaçan Büyük Gerçek!"
Sayfaların çevrilirken çıkardığı hafif hışırtı, odanın derin sessizliğinde sanki gizli bir davetin yankısı gibi duyuldu. İnançlı Kişi’nin yüzüne yansıyan ifade, hem aradığı hakikati bulmuş olmanın rahatlığını hem de onu paylaşmanın sorumluluğunu taşıyordu. Yavaş hareketlerle kitabın sayfaları arasında gezindi; kelimeleri bir kez daha gözleriyle tararken, her satırın derinliğine inmek isteyen bir araştırmacının titizliği ve heyecanı vardı üzerinde.
O anda, odadaki herkes sessizdi, ancak bu sessizlik sıradan bir suskunluk değildi. Düşüncelerin derinleştiği, ruhların görünmez bir denizin kıyısında buluştuğu, merakla karışık beklentinin kalplerde yoğunlaştığı anların sessizliğiydi bu. Zihinlerdeki sorular artık yalnızca cevap aramıyor; daha önce hiç açılmamış kapıları aralamaya hazırlanıyordu.
Sayfaları çevirdiği anlarda yüzündeki ifade, metni defalarca okumuş birinin aşinalığını yansıtıyordu. Ancak aynı zamanda, her bir kelimeyi yeni baştan anlamaya çalışan bir araştırmacının titizliğini taşıyordu. Sonunda durdu, aradığı satırları bulmuştu. Gözlerini masanın etrafındaki dinleyicilere çevirdiğinde, yüzüne yansıyan ifade, okunacak satırların derin ve incelikli anlamlarını yansıtıyordu. Sesinde sıcaklıkla örülmüş bir heyecan ve mütevazı bir kararlılık vardı.
Odadakiler, onun ilk kelimeleri dile getireceği o ânı soluklarını tutarak bekliyordu. Çünkü bu kelimeler, yalnızca kulaklarla değil; kalplerle ve zihinlerle işitilecekti.
İnançlı Kişi derin bir nefes aldı, başını hafifçe eğerek kitabın satırlarına odaklandı.
Ve nihayet, Bediüzzaman’ın kaleminden dökülen hakikatlerin satırları, ilk kez bu odanın içinde yankılanmak üzereydi…
“Nakkaş-ı Ezelî, hadsiz kudretiyle nihayetsiz cilve-i esmasını her vakit tazelendirmekle, ayrı ayrı şekilde göstermek için, eşyadaki teşahhusları ve hususî sîmaları öyle bir surette halketmiştir ki; hiçbir mektub-u Samedanî ve hiçbir kitab-ı Rabbanî, diğer kitabların aynı aynına olamıyor.”
İnançlı Kişi, cümlesini tamamladığında odada bir sessizlik hâkim oldu. Sözleri, adeta görünmez bir yankı gibi odanın duvarlarında dolaştı. Deist, başını hafifçe yana eğerek düşünceli bir ifadeyle İnançlı Kişi’ye baktı. Agnostik, gözlerini yere dikmiş, kelimelerin ağırlığını zihninde tartıyordu. Ateist ise masaya doğru biraz daha eğilmiş, kaşlarını çatmıştı; sanki duyduğu her kelimenin mantığını çözmeye çalışıyordu.
“Alâküllihal, ayrı manaları ifade etmek için, ayrı bir sîması bulunacak. Eğer gözün varsa, insanın sîmasına bak, gör ki; zaman-ı Âdem'den şimdiye kadar, belki ebede kadar, bu küçük sîmada, âza-yı esasîde ittifak ile beraber, her bir sîma, umum sîmalara nisbeten, her birisine karşı birer alâmet-i farikası var olduğu kat'iyyen sabittir.”
İnançlı Kişi, bu sözleri dile getirirken bakışlarını Deist’e çevirdi. Derin anlamlarla yüklü gözlerle ona baktı, sanki “Bu hakikati görebiliyor musunuz?” diye soruyordu. Deist, dudaklarını hafifçe ısırdı; belli ki sözler, iç dünyasında bir şeyleri harekete geçirmişti. Ateist, gözlerini kısa bir an Deist’e çevirdi ve ardından bakışlarını tekrar masaya........
© Risale Haber
