menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Su Hakkı

16 17
22.03.2025

Yaşamın kaynağı olan su, insanlığın ortak mirasıdır, bireyin temel insani hakkıdır. Bu insani hak, kamu marifetiyle kâr amaçlı olarak fahiş fiyatlarla satılamaz. Ancak asgari maliyet bedeli tahsil edilebilir. Her birey-devlet-sistem, onu insani haklar bilinci ve hakkaniyet ilkeleri çerçevesinde korumakla mükelleftir.

Su Meta Değildir

Son yıllarda yaşadığımız küresel iklim değişimi, beraberinde üstü küllenmiş birçok problemi de gün yüzüne çıkardı. Çünkü varlığında pek kıymetini bilmediğimiz havadan-sudan şeyler olağanüstü bir şekilde hayatımızın en önemlileri haline geldi. Bunlardan biri de hiç şüphesiz yaşam kaynağımız olan su… Su aslında öteden beri yaşamın dört temel unsurundan biriydi. Yani anâsır-ı erbaa dediğimiz ateş, hava, toprak ve su… Lakin nisyan ile malul olan insan zamanla özünden sapınca unuttu kendini de, unsurlarını da…

Bu arada köprünün altından çok sular aktı ve bıçak gelip kemiğe dayandı. Nitekim 2024 yılı iklim koşullarından en çok etkilenen, en kurak yıllardan biri oldu. Öyle ki hem dünyada hem Türkiye’de tarım ve su seviyelerinde bu etki fazlasıyla hissedildi. Dünya Meteoroloji Örgütü’nün (DMÖ), Birleşmiş Milletler’in meteoroloji ajansı olarak yayımladığı “Küresel Su Kaynaklarının Durumu” başlıklı raporuna göre 2023, son 33 yılın en kurak yılıydı ve 2024 yılında son 53 yılın en sıcak yazı yaşandı. Rapora göre 3,6 milyar insan yılda en az bir ay suya yetersiz erişim riski taşıyor ve bu sayının 2050’de 5 milyara ulaşması bekleniyor. Raporda ayrıca, Türkiye’de İç Anadolu, Karadeniz, Marmara ve Akdeniz bölgelerinde bazı nehirlerin akış debisinin normalin altına indiği de belirtildi. (1)

Bütün bu veriler de bize gösteriyor ki her geçen gün suyumuz kurumakta ve bireyin suya erişim hakkı da buharlaşıp yok olmaktadır. Bugün dünyada milyonlarca insan suya erişim hakkından mahrum durumdadır. Her gün binlerce insan suyun neden olduğu hastalıklardan hayatını yitirmektedir.

Raporlar açık bir şekilde bu durumu gözler önüne seriyor aslında: Mesela her yıl 3,5 milyondan fazla insan -ki bunun neredeyse yarısı çocuklardan oluşuyor- ishal, tifo, kolera ve dizanteri gibi su ile ilgili hastalıklar nedeniyle yaşamını yitiriyor. Aynı şekilde 1 milyardan fazla kişi hâlâ tuvalet ihtiyacını açık alanlarda gideriyor ve yaklaşık 2,5 milyar insan hıfzıssıhha hizmetlerinden mahrum yaşıyor. Bu gidişle önümüzdeki yıllarda dünya nüfusunun neredeyse yüzde 70’i hıfzıssıhha hizmetlerinden mahrum olacak gibi gözüküyor. Bu rakam ve istatistikler her geçen gün artıyor.

Görüldüğü üzere küresel su talebi her geçen gün artarak alarm veriyor. Bu duruma en büyük etken ise sanayileşme, küresel nüfus artışı ve daha çok su tüketim kültürü hiç şüphesiz. Buna karşın tatlı su kaynaklarının sınırlı ve yeryüzüne nüfusla doğru orantılı olarak dağılmamış olması en büyük sorun olarak gözüküyor. Son yıllarda yağış rejiminin değişmiş olması, sorunu daha da karmaşık hale getiriyor. Öyle ki dünya nüfusunun üçte biri su yetersizliğinin yüzde 50’yi geçtiği havzalarda yaşamını sürdürüyor. Bu gidişle küresel kuraklıkla birlikte su kıtlığı da insanlık için ciddi krizlere gebe gözüküyor. Küresel ölçekte buna dönük tedbirler ise yeterli düzeyde alınabilmiş değil maalesef.

Hal böyle olunca canlı yaşamı için hayati öneme sahip olan su, son dönemlerde daha çok gündeme gelmeye başladı ve neredeyse her gün basında yer aldı. Hep sınırsız olacağı öngörüsüyle bol bol tüketilen, tahrip edilen, kirletilen su kaynakları alarm vermeye başladı. Bu zaman zarfında suya yapılan müdahaleler, yanlış yönlendirmeler ve kifayetsiz yönetmeler neticesinde ise tatlı su kaynakları kullanılamaz hale gelip yetersizleşti.

Bu arada bazı küresel sermaye grupları da bunu bir fırsata çevirme peşine düştü. Bunun yansıması olarak yukarıdaki raporlarda da net bir şekilde ifade edildiği gibi dünyada milyonlarca insan su hakkından mahrum olmaya başladı.

Tabii bu hal sadece suda değil diğer kaynaklarda da acımazsız bir hal aldı. İşin doğrusu 21’inci yüzyılla birlikte her şeye ‘madde’ ve pazarlanabilir değeri olan bir ‘meta’ olarak bakmaya başladı küresel sermaye güçleri. Aynı güçler suyu da 1992 yılında yapılan Dublin Konferansı’nda........

© Perspektif