menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Öğüt Değil, Öğün Problemi

10 1
31.05.2025

Sağlıklı gıda üretimini teşvik etmeyen, sağlıksız ürünlerin reklamlarına sınırlama koymayan, kamusal gıda programlarını hayata geçirmeyen bir sistemin vatandaşı ölçmeye çalışması, sadece semptomu izlemek olur. Sorunun kendisini değil…

Sağlık Bakanlığı, obeziteyle mücadele için yeni bir program başlattı. Program, beraberinde birçok tartışmayı da alevlendirdi. İtirazların odağında ise obezitenin bir sonuç olduğu, aslında bunu yaratan sebeplere yönelik bir programın uygulanması gerektiği yer alıyor.

Yeni program kapsamında meydanlara, etkinlik alanlarına, kamusal mekânlara ölçüm çadırları kurulacak. Amaç; vatandaşın boy, kilo ve vücut kitle endeksini ölçmek, çıkan sonuçlara göre onları Sağlıklı Hayat Merkezleri’ne ve Aile Sağlığı Merkezleri’ne yönlendirmek. Sonra da diyetisyenlerle danışmanlık ve takip süreci başlatılacak.

Hedef büyük: İki ay içinde 10 milyon vatandaşa ulaşmak ve sağlıklı yaşam farkındalığını artırmak.

Fakat bu müdahale, adeta bir buzdağının üstüne konmuş tartı gibi. Ağırlığın nereden geldiğine bakmadan, sadece sayılara odaklanmakla kalıyor. Çünkü obezite, hele de çocukluk çağındaki haliyle, ne iradesizliktir ne de sadece yaşam tarzı meselesi. Obezite; yoksulluğun, eşitsizliğin ve görmezden gelinen bir hakkın, yani “beslenme hakkı”nın, çocuk bedenine işlenmiş halidir.

Açık alanlarda yapılacak taramalarda çocukların mahremiyet hakkının ihlal edilmesi ise işin ayrı bir boyutu…

Sağlık çadırları sadece semptomları ölçer. Sorunun kök nedenlerine ise gözlerini yumar. Çünkü gerçek çözüm kamusal politikada yatıyor. Halının altına süpürülen hiçbir şey kaybolmuyor.

Karnı Doymayan Çocuklar, Tartılara Sıkışmış Politikalar

Obezite meselesi, özellikle çocuklar söz konusu olduğunda, sadece bireysel tercihlerle ya da yaşam tarzıyla açıklanabilecek bir şey değil. Çocukluk obezitesi, Türkiye’de giderek daha görünür hale gelen yapısal bir eşitsizliğin ve beslenme hakkının ihlalinin adı artık.

“İnsan, neyle yaşar?” diye sormuştu Tolstoy. Peki bu ülkede çocuklara neyle yaşasınlar?

Yoksul hanelerde çocukların birçoğu, “makarna ve ekmek” eksenli beslenerek yaşıyor. Çorbalar çoğu zaman sadece un ve su ile yapılıyor. Tek tip ve karbonhidrat ağırlıklı bu sofra, bir yandan bodurluğu, bir yandan da obeziteyi tetikliyor. Çünkü Türkiye’de mutlak açlığın yanı sıra gizli açlık çocukların önemli bir kesimini etkiliyor; 0-5 yaş aralığındaki 100 çocuktan 12’si mikro besin ve protein eksikliği nedeniyle gizli açlık yaşıyor; Avrupa çapında çocukluk çağında en çok protein eksikliği çeken ülkeler arasında yer alıyoruz.

Türkiye’de öğrencilerin matematik, okuma-anlama, bilim sonuçlarının hâlen ortalamanın altında olduğunu da tescil eden OECD 2022 yılı verilerine göre, Türkiye’de 15 yaşındaki öğrencilerin beşte biri, yeterli parası olmadığı için haftada en az bir defa öğün atlıyor.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın sosyal yardımlarla ilgili 2025 verilerine göre 14.148.740 kişi sosyal yardımlardan yararlanarak ayakta kalabilirken, Sosyal ve Ekonomik Destek kapsamında desteklenen çocuk sayısı 2014 yılında 60.029 iken 2024 sonu itibarıyla 170.317’ye yükseldi.

TÜİK’in ‘Çocuk Sağlığı ve Yoksunluğu 2024’ verilerine göre 10 çocuktan dördü yoksulluk veya sosyal dışlanma riski altında. Yine TÜİK verilerine göre, her 10 aileden biri, çocuklarına gün içinde taze meyve ve sebze sağlayamıyor.

Kulağa çelişkili gibi geliyor olabilir; ama değil. Aynı evde bir deri bir kemik bir çocukla, yüksek kilolu bir ebeveynin birlikte yaşaması, bu gerçeği apaçık ortaya koyuyor. Çünkü bu evlerde sağlıklı, taze, besin değeri yüksek gıdaya ulaşmak artık bir lüks. Çocuklar, gelişimleri için kritik olan vitamin, demir, çinko, iyot, selenyum ve temel mikro besinlere erişemiyorlar. Hem de üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkede…

TÜİK’in son verilerine göre açlık sınırı 24.000 lirayı, yoksulluk........

© Perspektif