menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Adalet Çocukluktan Başlar

14 6
30.06.2025

Çocukların suça sürüklenmesini, bir bebekten bir katil, hırsız veya gaspçı doğmasını önlemek ve bu çocukların yeniden suça yönelmelerinin önüne geçmek, eğitimden yerel yönetime, sosyal hizmetlerden istihdam politikalarına kadar çok paydaşlı, titiz ve koordineli bir sorumluluğu gerektiriyor. Koruyucu, destekleyici ve onarıcı yaklaşımların merkezde olduğu bütüncül bir sistem kurulmadıkça, tıkır tıkır işleyen bir çocuk adalet sisteminden söz etmek mümkün değil.

Adalet duygusu çocuklukta gelişir. Paylaşmayı bilmediğimiz yaşlarda bile “haksızlık” karşısında ağlarız. Henüz konuşmayı öğrenmeden yumruğumuzu sıkar, gözlerimizi kısar, bakışlarımızla “Ama bu haksızlık!” deriz. O yüzden adaletin ilk yuvası en çok da çocukların kalbindedir.

Bugün Türkiye’de çocuk adalet sistemine baktığımızda, bu kalbin düzenli atmayan bir organizma gibi çalıştığı durumları görüyoruz. Büyük acılardan, travmalardan, cinayetlerden, istismar vakalarından sonra -duygusal açıdan haklı olarak- “çocuklara verilecek cezaların artırılması” yönünde çağrılar gündeme geliyor.

Cezalar arttığında suçların otomatik şekilde önleneceği düşünülüyor; ancak toplumda bu suçların oluşmasını tetikleyen dinamikler, dip dalgalar, eşitsizliklerin belirleyici etkisi unutuluyor; sistemdeki eksiklerin, cezaların neden etkili olamadığının sorgulanması da başka bahara kalıyor.

İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi’nin kısa süre önce yayımladığı “Çocuk Adalet Sistemi ve İnfaz Rejimine Dair Politika Belgesi”, işte bu aksak ritmi yeniden hayata döndürmeye çalışan, çok önemli bir çağrı niteliğinde.

Belgenin altına düşülen italik not da başlı başına bir özet: “Bu politika belgesi, çocukların haklarını ipotek altına almamak için hazırlanmıştır.”

İstanbul Barosu’nun Çocuk Hakları Merkezi, çocuk adalet sisteminde onarıcı ve hak temelli bir yaklaşımın güçlendirilmesi için önemli bir yol haritası sunuyor. Yalnızca mevzuatla değil, uygulamanın pratikleriyle de hesaplaşan bu belge; yargılama süreçlerinden infaz rejimlerine, uzman desteğinden eğitim hakkına kadar çocukların adalet sistemiyle temas ettiği tüm alanlarda yapısal sorunları gözler önüne seriyor.

16 Mayıs günü düzenlenen geniş katılımlı bir çalıştayda alan uzmanları, sivil toplum temsilcileri ve meslek örgütlerinin katkılarıyla şekillenen öneriler, hem ulusal mevzuat hem de uluslararası çocuk hakları standartlarıyla karşılaştırmalı biçimde analiz edilmiş.

Bu sayede çocukların özgürlüklerinin orantısız biçimde kısıtlandığı, sosyal inceleme raporlarının ve adli raporların yüzeysel kaldığı ve çocukların gelişimsel özelliklerinin yargı kararlarına yeterince yansımadığı gibi pek çok soruna ışık tutulmuş.

Politika Belgesi Neyi Anlatıyor?

Belge, çocukların tutuklanmasının “son çare” olması gerektiğini, tutuklamaya başvurmadan önce önleyici ve koruyucu tedbirlerin uygulanmasını tekrar hatırlatıyor. Çocukların risk altında olduğu durumlar erken aşamada tespit edilirse, okullar çocukları her açıdan koruyup geliştiren birer sosyal refah ve müdahale alanlarına dönüşürse, sosyal hizmet sistemleri okul gibi çocuğa yakın birimler üzerinden güçlendirilirse, birçok suç daha kaynağında önlenebilir; çocuk ile sosyal çevresi arasında yeniden ve daha sağlıklı bir bağ kurulabilir.

Adalet sistemine bir çocuk dâhil olduğunda -ister mağdur, ister suça sürüklenmiş olsun- önce şunu sormalıyız: Bu çocuk ne yaşıyor, ne hissediyor ve neye ihtiyaç duyuyor?

Raporda, yalnızca mağdur çocuklara değil, “suça sürüklenen çocuklara” da uzman desteğinin sağlanması gerektiği vurgulanıyor. Zira yasada, suça sürüklendiği iddia edilen çocuklar açısından yalnızca “çocuğun ifadesinin alınması sırasında sosyal çalışma görevlisi bulundurulabilir” ifadesi var ve bu yüzden de zorunlu ve bağlayıcı bir hükme bağlı değil.

Çocuklar, henüz gelişimlerinin erken evrelerindeler. Duygularıyla düşüncelerini ayırt etmeyi, korku anında doğru kararlar vermeyi, otorite karşısında kendilerini savunmayı öğrenmeye çalışıyorlar. Bu yüzden adliyeye yolu düşen her çocuk, yanında bir uzman olmasını hak eder. Çünkü baskı altında yönlendirilebilirler, kendilerini suçlamaya zorlanabilirler, hatta işlemedikleri bir suçun faili gibi hissedebilirler. Bu destek, çocuğun ruh sağlığını korumanın ötesinde bir anlam taşır. Aynı zamanda maddi gerçeğe ulaşmamızın ve çocuğun adil bir yargılanma süreci yaşamasının da temelidir.

İfade alma anı, çocukların ruhsal bütünlüğü açısından hayati bir kırılma noktasıdır. Uzman desteği olmadan yürütülen işlemler, çocuğun yüksek yararı ve çocuğa zarar vermeme ilkelerini açıkça ihlal eder.

Adalet sistemi, hiçbir çocuğu sırtında taşıyabileceğinden fazla yükle baş başa bırakamaz. Bu yük bazen bir ifadedir, bazen çocuk dostu olmayan adli mekanlarda bir bekleyiş, bazen de çocuğun anlayamadığı bir bürokrasi… Oysa çocuğun sisteme değil, sistemin çocuğa göre şekillenmesi gerekir.

Bu nedenle yalnızca mağdur çocuklar değil, suça sürüklendiği iddia edilen tüm çocuklar da adli sistemle ilk temas ettikleri andan itibaren uzman eşliğinde korunmalı, bu destek yasal güvence altına alınmalı.

Rapor, ayrıca, sosyal inceleme raporlarının bilimsel yöntemlerle ve yetkin kişilerce hazırlanmasını, ceza yerine çocuk dostu alternatiflerin yaygınlaştırılmasını, ceza sorumluluğu yaşının bilimsel veriler ışığında yükseltilmesini ve onarıcı adalet mekanizmalarının kurumsallaştırılmasını öneriyor.

Modern hukuk sistemlerinde çocuklara yönelik adalet, sadece ceza değil, bir fırsat meselesidir. Türkiye’nin de taraf olduğu uluslararası hukuk metinleri ile çocuk haklarına dair evrensel standartlar hep bunu vurgular. 18 yaşını doldurmamış tüm bireyler “çocuktur” der; “çocukların özgürlüklerinin kısıtlanması ancak son çare olmalıdır” der; “çocuklar yetişkinlerden ayrı tutulmalıdır” der; “çocuk adalet sisteminde daima çocuğun ‘iyileştirilmesi’ ön planda tutulmalıdır” der; “infaz sürecinde çocukların sahip oldukları özgün ihtiyaçlar korunmalıdır” der.

Çünkü amaç, çocukların gerekli psikososyal desteklere ve eğitim programlarına erişerek toplumsal yaşama yeniden ve sağlıklı katılımı için gereken bağların her daim korunması ve geliştirilmesidir. Zira gelişmiş toplumlarda yaygın kabul; çocukluğun biyopsikososyal bir durum olduğu ve adaletin de bu çerçevede tesis edilmesi gerektiğidir. Bir diğer deyişle, suça sürüklenen çocuklar konusunda kişinin biyolojik ve psikolojik karakter yapısının yanı sıra sosyal, ekonomik ve kültürel etkenlerin etkileşimi de göz önüne alınmalıdır. Çocuk suçluluğu konuşulurken bireysel olduğu kadar aile, mahalle, sosyolojik arka plan ve psikolojik etmenler gibi birçok risk faktörünün etkileşimi incelenmelidir.

Türkiye’de de tüm bu süreci düzenleyen ve 2005 yılından beri yürürlükte olan Çocuk Koruma Kanunu (ÇKK), yalnızca cezai önlemleri değil, çocuğun yüksek yararını önceleyen bütüncül........

© Perspektif