menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bahçeli’nin Tutumu İkinci Yüzyılın Anahtarı Olabilir mi?

9 16
18.04.2025

1 Ekim 2024’te MHP lideri Devlet Bahçeli’nin DEM Parti’ye uzattığı el ve devamında Öcalan’a, örgütüne silah bıraktırma yönündeki çağrısıyla gelişen süreç, amaçları ve yöntemi açısından tarihi bir girişimi temsil etmektedir. 40 yılı aşkın süredir şiddet ve terörle örülmüş bir sorunun çözülmesi yalnızca iç barışı sağlamakla kalmayacak; aynı zamanda Türkiye’yi ekonomik, diplomatik ve siyasal açılardan dünyanın önde gelen ülkeleri arasına taşıyacaktır. İçeride sağlanacak dönüşüm ile Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına geçiş, dışarıda ise uluslararası ve bölgesel krizlerde güçlenecek bir ülke için kritik bir eşikteyiz.

Türkiye’de aktörlerin sıra dışı çıkışlarıyla siyasi hayatın yön değiştirdiğine defalarca şahit olunmuştur. Yakın tarihimizin en dikkat çekici örneklerinden biri ise şüphesiz Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin “Terörsüz Türkiye” çağrılarıyla yeni bir dönemin kapısını aralamasıdır.

1 Ekim 2024 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) MHP lideri Devlet Bahçeli’nin DEM Parti sıralarına uzattığı el ve devamında Öcalan’a, örgütüne silah bıraktırma yönündeki çağrısıyla gelişen süreç, amaçları ve yöntemi açısından tarihi bir girişimi temsil etmektedir. Yüzyıllık devlet geleneğine eş, 40 yılı aşkın süredir şiddet ve terörle örülmüş bir sorunun çözülmesi yalnızca iç barışı sağlamakla kalmayacak; aynı zamanda Türkiye’yi ekonomik, diplomatik ve siyasal açılardan dünyanın önde gelen ülkeleri arasına taşıyacaktır. İçeride sağlanacak dönüşüm ile Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına geçiş, dışarıda ise uluslararası ve bölgesel krizlerde güçlenecek bir ülke için kritik bir eşikteyiz.

Süreci dikkat çekici kılan yalnızca olası beklentiler ya da sonuçları değil, aynı zamanda yöntemidir. Çatışma çözümü örnekleri açısından bakıldığında, içinde bulunduğumuz süreç; Güney Afrika’dan Filipinler’e, İspanya’dan İrlanda’ya kadar bilinen hiçbir uluslararası deneyimle örtüşmeyen, atipik bir örnektir. Aynı şekilde, Türkiye’nin geçmişte denediği 13 farklı çözüm arayışından da ayrışan, kendine özgü bir yapıya sahiptir.

Bu özgünlüğün en önemli sebebi, sürecin bizzat Sayın Bahçeli tarafından sahiplenilmesi ve sistematik bir biçimde yapılan açıklamalarla diri tutulmasıdır.

Bahçeli’nin PKK’nın silah bırakması için Öcalan’a yaptığı çağrı sürece aleniyet kazandırmış, DEM Parti’ye de referans ile birlikte muhataplık ve meşruiyet tartışmalarını sonlandırmıştır. Ancak daha da önemlisi bu yazıda ayrıntılı olarak ele alınacağı üzere yasal ve anayasal reform çağrıları ile bir paradigma değişimi talebini ortaya koymuştur. Bu çıkışın gündem değiştirme veya ittifaka bir kez daha seçim kazandırma amacına matuf olduğu eleştirilerini kuvvetli bir şekilde zayıflatacak istikrarlı söylem ise; 22 Ekim ve 5 Kasım 2024 tarihli TBMM konuşmalarında ipucu verilen, ama esas olarak Türkgün gazetesinde kaleme alınan iki makale ve bazı açıklamalarla ortaya konmuştur. “Toplumsal rıza”, “TBMM’nin merkezi rolü”, “demokratikleşme ve reform paketleri”, “siyasi alanın genişlemesi”, “güçler arası denge”, “yargının tarafsızlık ve bağımsızlığının tesisi”, “siyasi partiler yasasında değişiklik” gibi konu ve kavramlar, Bahçeli’nin çözüm sürecine yaklaşımının felsefi ve siyasi arka planını göstermekte, ikinci yüzyıl için Cumhuriyet’in dönüşümü talebini ortaya koymaktadır.

Nitekim 15 Ekim 2024 tarihinde yapılan “tek taraflı silah bırakma çağrısı”ndan Türkgün köşe yazılarında dile getirilen “vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes eşittir” söylemine uzanan çizgi, sadece tek yönlü siyasal bir retoriği değil, aynı zamanda planlı ve kademeli bir siyasal evrimi göstermektedir.

Henüz bu tutarlı ve derinlikli çizgi ortaya konmadan, çağrı ilk gündeme geldiğinde toplumun geniş bir kesiminde Erdoğan ve Bahçeli’nin ayrı ayrı siyasi hikâyeleri ve ittifaklarının ülkeyi yönetme tarzının böyle bir süreçle ne kadar uyumlu olup olmayacağı konusunda sert eleştiriler yapılmış idi. Liderleri böyle bir çıkışa ve dönüşüme ikna eden gerekçelerden ve güven gibi duygu ve hafıza dünyasından beslenen kavramlardan bağımsız olarak ifade etmek gerekir ki; benzeri süreçlerin güvenlikçi aklı temsil eden aktörler tarafından başlatıldığına dair dünyada yeteri kadar tecrübe mevcuttur. Çözüm ve barış gibi pragmatik kararların “savaşan” liderler tarafından verildiğine dair Kolombiya (Santos), Güney Afrika (De Klerk) örnekleri verilebilir. Kolombiya ve Güney Afrika demokratik bir hukuk devlet olmadığı gibi, Santos ve De Klerk de demokrat liderler değillerdi. Ama bu kararları verip, ciddi bir dönüşümü gerçekleştiren liderler olarak tarihe geçtiler.

Niçin Yazdım?

Bu makalede, 1 Ekim 2024’ten bugüne Sayın Bahçeli’nin siyasi açılımlarını ele almayı ve Bahçeli’nin pozisyonunu değerlendirmeyi amaçlıyorum. Asıl yazma motivasyonum ise, barış ve çatışma çözümü pratiğine uygun şekilde, Sayın Bahçeli’nin örgütün kendini feshini güçle elde edilmiş bir zafer ve final değil, devletin gerçek anlamda dönüşümü için bir başlangıç olarak kodlamasının, sürece dair rolünün ve mesajlarının hak ettiği değerde ve derinlikte konuşulmamasıdır.

Doğru anlaşılmam için iki konuyu önden belirtmem gerekir ki; bu yazı sürece dair bir değerlendirme değildir. Sayın Bahçeli’nin konuşma ve yazlarındaki “kendi dinleyicisine hitap” ve “ittifak ortağına dair hassasiyetleri” gözeten kısımlar değil, bu iki kısım, yani retorik ayıklandıktan sonra geride kalan, sürece dair ve “yeni” olan sözleri değerlendirme konusu yapılmıştır.

Bu kapsamda, bu makalenin tam tekmil bir süreç analizi olmadığının ve sürece de etki eden otoriterleşme ve yargısal problemleri kapsamadığının, amacımın Sayın Bahçeli’nin süreç yönetimindeki bütünlüklü tutumunun kayda geçirilmesi olduğunun altını çizmek isterim.

Kişisel hikâyesi ve temsil ettiği fikri ve sosyolojik değerler itibarıyla tutarlı, derinlikli Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına yakışır bir muhasebe ve yenilik getiren metinlerin, sosyal medya çağında popülist birkaç manşetle sınırlı olarak görülmesi, metinlerin satır araları, arka planı, işaret ettiği yenilikçi yaklaşımın gözden kaçması nedeniyle bu yazıyı yazmak istedim. Açıklamalarda gündelik siyaset ve özellikle CHP ile ilgili kısımlar öne çıkartılmakta iken, koreografi, bütünlüklü yaklaşım, siyasi derinlik ve geleceğe dair perspektif gözden kaçırılmıştır.

Bahçeli’nin sürece dair kurduğu dil, yaptığı çağrılar ve sürdürdüğü ısrar, yalnızca MHP’nin klasik pozisyonu açısından değil, ittifakın tarz-ı siyaseti açısından da şaşırtıcı niteliktedir. Ne var ki bu çıkışların hak ettiği değeri gördüğünü söylemek güçtür. Oysa tartışma ekseninin buraya çekilmesi birçok açıdan siyaset ve ülke için yararlı olacaktır.

Barış kelimesinin, Türkiye’de uzun süredir sadece bir siyasal risk olarak anlaşıldığı, adeta yazılı ve sözlü siyasette yasaklı muamelesi gördüğü bir dönemde, bu kelimeyi doğrudan telaffuz eden ve çatışma çözümüne açık referanslar içeren bir tutumun ortaya konulması, başlı başına dikkate değerdir.

Böyle bir sürece sadece onayının ve rızasının dahi yeterli görülebileceği bir eşikte, Sayın Bahçeli süreci sadece kamuoyuna mal etmemiş, hasta yatağından yaptığı müdahalelerle sürecin katalizörü (hızlandırıcısı) olmuş, birçok konuşmasında ama özellikle Türkgün gazetesindeki iki yazısında da sürecin siyasal hayata, devletin dönüşümüne etkilerine dair çok boyutlu ve çok esaslı mesajlar vermiştir.

Herkes Sayın Bahçeli’nin sürece desteğinin milliyetçi sosyoloji ve devlet bürokrasisi açısından kolaylaştırıcı rolüne işaret ederken, Sayın Bahçeli sürecin felsefesini inşa etmiş ve sadece Türkler değil, aynı zamanda Kürtler nezdinde de sürecin meşruiyetini, kredibilitesini, güvenini sağlamıştır. Özellikle DEM Parti’ye yönelik mesajları, ikili görüşmelerde kurduğu samimi diyalog ve kendisini adeta bir “garantör” olarak konumlandırmasıyla, sürece dair inşa edilmekte olan meşruiyet zeminine önemli bir katkı sunmuştur.

Bahçeli açılımı olarak da ifade dilebilecek bu yenilik, ittifak dili ve pratiğini katbekat aşmış, tabanını bir dönüşüm sürecine sokmuş, bunu yaparken de Sayın Erdoğan’ı rahatsız etmemeye özel bir çaba göstermiştir. Erdoğan’ı rahatsız ve tedirgin etmeme çabasının, son dönem yargısal faaliyetler ve CHP ile ilgili tartışmalarda Erdoğan’la örtüşme sonucunu ürettiği de söylenebilir.

Bir iletişim modeli olarak taraflar arasında mutabık kalınan “pazarlık yok” vurgusuna rağmen geleceğe dair hukuki, siyasi ve demokratik bir perspektif üretmesi, bu perspektifin ardına bir ülke tahayyülü koyması elbette tartışmaya değerdir.

Bu nedenlerle, yürütmekte olduğum milletvekilliği ve DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcılığı pozisyonundan azade olarak, bir barış gönüllüsü ve demokratikleşmiş bir ülke sevdalısı olarak Bahçeli’nin sürecin yürütülmesindeki ezber bozan çıkışları ve üstlendiği konumu ele almak istedim. Bu yazı aynı zamanda Genel Başkanımız Ali Babacan’ın ve DEVA Partisi’nin sürece dair umudu büyütme, tavsiye ve pozitif eleştirilerle katkı sunma çabasının bir parçasıdır.

Bu tabloda, bu girişimin Türkiye’nin kendi tecrübelerinden ve uluslararası örneklerden ne kadar ders aldığı, meselenin yapısal derinliği ve çözümün asgari koşullarının ne denli doğru analiz edildiğini zaman gösterecektir. Ancak bugün için bize düşen, kaygılarla, önyargılarla sürece mesafe koymak değil, kuvvetli bir umutla süreci desteklemek, eleştirilerimizi, tavsiyelerimizi ve doğru bildiğimizi üslubunca söylemektir.

Stratejik ve Pragmatik Bir Karar

Bahçeli’nin açıklamaları kronolojik olarak incelendiğinde, sürece dair hukuki ve kurumsal altyapıyı da kurguladığı ve bir plan dahilinde kamuoyuna mal ettiği görülebilir.

Bahçeli’nin 1 Ekim’deki “İç cephemizde bir gedik açılırsa bu son derece maliyetli olur, hepimiz kaybederiz”; keza 26 Ekim’de, Türk milliyetçiliğinin ideologlarından Ziya Gökalp’e referansla, “Türklerle Kürtler bin yıllık ortaklık sonucunda maddi ve manevi bakımdan birleşmişlerdir, bugün ise ortak tehlikeler karşısında bulunuyorlar. Bu tehlikelerden ancak ortak bir kararlılıkla kurtulabilirler. O halde büyük bir inançla diyebiliriz ki, Türkler ile Kürtlerin birbirini sevmesi her iki taraf için hem dini hem de siyasi bir farzdır” sözleri dış politik bağlamda değerlendirilmelidir. Bu sözler, dış politik gelişmeler karşısında ulusal ve bölgesel düzeyde Türk-Kürt ittifakına davetiye niteliğindedir. Böyle bir ittifakın Malazgirt’te, Çaldıran’da, Kurtuluş Savaşı’nda ortaya konmuş ve sonuçları alınmış örnekleri hafızamızda mevcuttur. Geleceğe yönelik çizilen bu perspektif güçlü tarihsel referanslara dayandırılmaktadır.

“Hesapsız, Samimi, İyi Niyetli Bir El”

1 Ekim 2024 tarihinde Bahçeli’nin Meclis’te DEM sıralarına giderek elini uzatmasının, yalnızca sembolik bir jest değil; Türkiye siyasal hayatında yeni bir döneme işaret ettiği daha ilk günden anlaşılıyordu. Takiben Bahçeli, grup toplantısında yaptığı konuşmada İlk Meclis’in tarihi görevine vurgu yaparak, yeni bir dönemin başladığını şu sözlerle ifade etmiştir:

“Dünya görüşleri başka başka olsa da; yöre, köken ve siyasi tasavvur farklılıkları zaman zaman kalın bir çizgi misali ikili ve çoklu diyalog hatlarının üzerini örtse da İlk Meclis’in feragat ve fedakârlık timsali mebusları mukadderat, mukaddesat ve bağımsızlık ortak paydasında cesaretle birleşmişler ve bilenmişlerdi.

Kardeşçe yaşamak, erdemli bir hayatın izinden yürümek, milli ve manevi hükümler kapsamında yol haritamızı belirlemek varken, birbirimizi hırpalayıp şeytanlaştırmak, çerden çöpten meseleler etrafında savaş boyaları sürmek hiç kimse unutmasın ki, bedeli ve vebali çok ağır olacak bir gaflet, hatta dalalettir. Yol yakınken, henüz vakit geçmemişken, muhtevalı bir vicdan muhasebesinin zarureti, deyim yerindeyse herkesin elini husumet tetiğinden çekmesi samimi niyazım ve iyi niyet beyanımdır.”

Bu sözler, yeni bir dönemin başlangıcıdır.

Tam bir hafta sonra, 8 Ekim’de yaptığı grup toplantısında Bahçeli, uzattığı elin arkasında durarak ve “Uzattığım el, hesapsız bir eldir. Uzattığım el, samimi ve iyi niyetli bir eldir. Uzattığım el, Türkiye’de birleşelim, Türk milletinde kenetlenelim tebliğidir” diyerek, barış çağrısının samimiyetini vurgulamıştır. Elini sadece bir süreç için değil, kardeşlik ve kaderdaşlık için uzattığını belirtmiş ve bu çağrısını kararlılıkla yinelemiştir.

DEM Parti’ye yönelik “Gelin Türkiye partisi olun, gelin teröre cephe alın, gelin bin yıllık kardeşliğimizde kenetlenenin temenni ve teklifidir. DEM’e evvela düşen sorumluluk, uzanan bu samimi elin kıymet hükmünü anlaması, dahası Türkiye partisi olması yönünde bir eşik olarak algılayıp değerlendirmesidir” sözlerinin ise demokratik siyasetin güçlendirilmesi ve yeni bir dönemin başlangıcı için yapılan kritik bir çağrı olduğu açıktır.

Bahçeli’nin Açıklamalarının Kronolojik Analizi

Bahçeli’nin 1 Ekim 2024’te sarf ettiği “Elimi bir süreç için değil, kardeşlik ve kaderdaşlık için uzatıyorum” ifadesi, bu sürecin sadece bir barış protokolü değil, toplumsal uzlaşma arayışının başlangıç adımı olarak kurgulandığını göstermektedir. Sürecin kamuoyuna ilk sunumu, örgütle müzakere değil; devletin bir üst irade olarak muhataba yeni bir çerçeve sunmasına dayanmaktadır.

15 Ekim 2024 tarihine gelindiğinde yine bir grup toplantısında konuşan ve silahsızlanmayı önkoşul olarak masaya getirdiğini belirten Bahçeli, Öcalan için “Türkiye’ye getirilirken, ‘her türlü hizmete hazırım’ diyen teröristbaşı, buyursun terörün bittiğini, örgütünün tasfiye edileceğini tek taraflı ilan etsin. Ama devletin terörle masaya oturmasını hiç kimse, hiçbir şart altında beklemesin, aklından dahi geçirmesin. Kana değil kardeşliğe susadıklarını göstersinler” ifadelerini kullanmıştır.

Bu süreci en iyi şekilde okumamızı sağlayan ise Sayın Bahçeli’nin 22 Ekim ve 5 Kasım 2024 tarihlerindeki grup toplantılarında yaptığı konuşmalar olmuştur. Her iki konuşmada da çatışma çözümünün temel kabullerine önemli referanslar bulunmaktadır.

22 Ekim konuşması, yeni dönemin iletişim modelini ve yapısal temellerini açıkça ortaya koymuştur.

Konuşmasında, bir yandan bireysel haklara dayalı çözümün zorunluluğuna dikkat çekerken, diğer yandan kolektif kimlik temelinde yürütülecek her türlü siyasetin “vahim bir tehlike” arz ettiğini belirtmiştir. Bu ayrım, yeni sürecin sınırlarını tarif ederek etnik kimlik üzerinden yürütülecek kolektif pazarlıklara kapıyı kapatarak, bireysel haklar ve demokratik reformlara kapıyı açmıştır. Sonraki dönemde bu alan oldukça genişletilecektir.

Bahçeli’nin, terörle mücadelenin yalnızca güvenlik politikalarıyla değil, aynı zamanda siyasal ve toplumsal mühendislikle desteklenmesi gerektiği yönündeki “tek başına silahlı mücadelenin terörü sona erdiremeyeceği”, “Terörü yaratan ortamın iyileştirilmesi amacıyla demokratik adımları atmaktan imtina edilmesi hatadır”, “Terörle amansız mücadele ederken, diğer yanda demokratik reformların, sosyal ve ekonomik düzenlemelerin yapılması akla en yatkın seçenektir” ifadeleri yeni dönemin demokratik açılımlarına ilk işaretlerdir.

“Her fedakârlığı yapmaya, her çileye katlanmaya, lazım gelen her adımı atmaya kararlıyız, inançlıyız” sözleri, bir siyasi pozisyon bildiriminin ötesinde,........

© Perspektif