menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

1982 Anayasası Hâlen Bir Darbe Anayasası mıdır?

15 1
01.08.2025

1982 Anayasası, yürürlüğe girdiği tarihte hem bir “darbe anayasası” hem de bir “vesayet anayasası” idi. Rengi hâkî idi ve temel hak ve hürriyetleri önce “bahşeden”, hemen arkasından da kullanılmasını aşırı derecede sınırlayan bir anayasaydı. İlerleyen yıllarda hâkî rengin gölgesi zayıfladıkça, demokrasi, hukuk devleti ve temel hak ve hürriyetlerin kullanımını engelleyen, tarafı olarak yükümlülük altına girdiğimiz uluslararası insan hakları belgelerine de uymayan sınırlandırmaların kaldırılması talepleri arttıkça, Anayasa’da bu yönde değişiklikler yapılmaya başlandı.

Hemen başta belirteyim ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin gerçekten yürürlükteki anayasa tüm hükümleriyle yok farz edilerek hazırlanmış ve referanduma da sunularak kabul görmesi hâlinde yürürlüğe konulmuş yeni bir anayasaya ihtiyacı uzun zamandır bulunmaktadır ve bu ihtiyaç giderek daha da acil hâle gelmektedir. Bu konudaki düşüncelerimi daha önce yayımlanmış yazılarımda ifade ettiğim gibi[1] Başbakanlık Müsteşar Vekili olarak görev yaptığım 2007 yılında dönemin AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın talebi üzerine hocam merhum Prof. Dr. Ergun Özbudun başkanlığında hazırlanan “Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Taslağı”nın hazırlanması sürecinin başlatılmasında ve devamında da sürecin hem koordinasyonunda hem de içeriğin hazırlanmasında yer alarak bu konudaki düşüncemi kuvveden fiile geçirmiş bulunmaktayım.[2] Ayrıca bu taslağın kanunlaştırılmamış olmasına yönelik üzüntüm ve tasam hâlen devam etmektedir. Bu taslak 2008 yılında kanunlaştırılmış olsaydı hem TBMM temsil oranı olarak hem de farklı siyasi düşüncelerin temsili konusunda uygun bir durumdaydı ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin “anayasa sorunu” normal bir zamanda, sivil siyaset tarafından yapılmış ve halkoylaması ile kabul edilmiş bir anayasa ile ortadan kalkmış olacaktı.

Neredeyse tüm siyasi partiler programlarında ve açıklamalarında “yeni anayasa” talep etmekte ve seçim dönemlerinde partilerinin iktidara gelmesi hâlinde bir vaat olarak bu hususu seçim beyannamelerinde yazmaktadırlar. Özellikle 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi’nden sonra yürürlüğe konulan 1961 Anayasası döneminde ve 12 Eylül 1980 Askerî Darbesi’nden sonra yürürlüğe konulan ve hâlen yürürlükte bulunan 1982 Anayasası döneminde darbe yönetiminin etkisinin ortadan kalkmasından sonra bu husus siyasetin gündeminde sürekli yer edinmiştir.

12 Eylül 1980 Askerî Darbesi’nden sonra askerî yönetim işbaşında iken hazırlanan, emir-komuta zinciri içinde darbeyi gerçekleştiren dönemin Genel Kurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarından oluşan Milli Güvenlik Konseyi’nin (MGK) onayını aldıktan sonra Danışma Meclisi (Kurucu Meclis) tarafından 18/10/1982 tarihinde halkoylamasına sunulmak üzere kabul edilen ve 7/11/1982 tarihinde halkoylamasına sunulup yüzde 91,37 evet oyuyla kabul edildikten sonra 9/11/1982 tarihli ve 17863 mükerrer sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın komple yürürlükten kaldırılarak yeni bir anayasanın yürürlüğe konulması ihtiyacı, üzerinden 43 yıldan fazla zaman geçmiş ve sayısız değişiklikler yapılmış olmasına rağmen henüz karşılanamamıştır.

Neden hâlen yeni bir anayasaya ihtiyaç bulunmaktadır? Konuyla ilgili daha önce yazdığım bir yazımda da ifade ettiğim üzere[3] içeriği konusunda dile getirilebilecek çok sayıda eleştiri ve öneri dışında en azından;

  • Bugüne kadar olağan dönemde bir anayasa yapılamamış olması,
  • 43 yıl içinde Başlangıç bölümü de dâhil 19 kez değişiklik yapılmış olması,
  • Bu değişiklikler sonucunda özgün hâlinin ancak yüzde 37’sinin kalmış olması,
  • Yapılan değişiklikler sonucunda iç tutarlığın kalmaması ve eklektik bir metne dönüşmesi,
  • Mevcut anayasanın özgün hâlinde iken bile tartışmalı olan parlamenter hükümet sisteminden önce yarı başkanlık hükümet sistemine, buradan da Türkiye’ye özgü başkanlık (Cumhurbaşkanlığı) hükümet sistemine geçirdiği evrim,
  • Nihayet yürürlükteki anayasanın, özgün hâli de dâhil olmak üzere Türkçeyi katleden ve yazım (imla) kurallarıyla hiç ilgisi olmayan bir dile sahip olması bile yeni bir anayasa yapılması için yeterli neden oluşturur.

AK Parti’nin gerek Parti Programı’nda gerekse hazırlanmasında bu satırların yazarının da katkısı bulunan 3 Kasım 2002 Seçim Beyannamesi ve Acil Eylem Planı’ndan itibaren yeni anayasa talebi/vaadi hep olagelmiştir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, tek başına iktidara geldiği 2002 yılından bu yana çok kez tekrar ettiği gibi son günlerde yeniden “darbe anayasası” ve “vesayet anayasası” gerekçelerini sıralayarak yeni bir anayasa talebini dile getirmeye başladı. Hatta bu konu için partisinde 11 kişilik bir komisyon kurduğunu belirterek hemen her zaman ve her konuda en ağır eleştirilerinin ve ithamlarının odağından hiç düşürmediği ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi’ne de desteklerini beklediğini ifade etti.

Gerçekten yürürlükteki 1982 Anayasası bir “darbe anayasası” mıdır, bir “vesayet anayasası” mıdır? Evet, yürürlüğe girdiği 9 Kasım 1982 tarihinde bu anayasa hem bir “darbe anayasası” hem de bir “vesayet anayasası” idi. Rengi hâkî idi ve temel hak ve hürriyetleri önce “bahşeden”, hemen arkasından da kullanılmasını aşırı derecede sınırlayan bir anayasaydı. İlerleyen yıllarda hâkî rengin gölgesi zayıfladıkça, demokrasi, hukuk devleti ve temel hak ve hürriyetlerin kullanımını engelleyen, tarafı olarak yükümlülük altına girdiğimiz uluslararası insan hakları belgelerine de uymayan sınırlandırmaların kaldırılması talepleri arttıkça, Anayasa’da bu yönde değişiklikler de yapılmaya başlandı.

Anayasada ilki 1987 yılında, sonuncusu 2017 yılında olmak üzere bu güne kadar toplam 19 kez değişiklik gerçekleştirildi.

Özgün hâli ile Başlangıç bölümü, 177 esas madde, 16 geçici maddesi bulunan 1982 Anayasası, aşağıda detaylı bir şekilde belirtilen tüm değişikliklerden sonra 23 esas maddesi ile iki geçici maddesi yürürlükten kaldırılarak[4] Başlangıç bölümü, 154 esas maddesi ve sonradan eklenenlerle birlikte 21 (esasen 23 olması gerekiyor) geçici maddesi bulunan bir anayasa hâline gelmiştir. Ayrıca çok sayıda maddenin ya fıkraları ya da komple cümleleri yürürlükten kaldırılmıştır. Diğer taraftan Anayasa’nın 75 maddesinde herhangi bir değişiklik yapılmamış;[5] altı maddesinde üç kez,[6] 19 maddesinde iki kez,[7] 54 maddesinde bir kez[8] değişiklik yapılmış; sekiz maddesinde ise önce değişiklik yapılmış, daha sonra ise bu maddeler yürürlükten kaldırılmıştır.[9]

Sonuç itibarıyla, aşağıda detaylı bir şekilde verilen tüm değişiklikler değerlendirildiğinde, bazılarının iddia ettiği gibi yapılan değişikliklerin büyük bölümünün revizyon değişiklikleri olup olmadığının ve yapılan değişiklikler sonucunda özgün hâliyle kabul tarihi ve sayısı (18/10/1982-2709) dışında benzeşme oranı çok düşük kalan (yüzde 37 civarı) yürürlükteki 1982 Anayasası’nın darbecilerin yürürlüğe koyduğu ve sivil siyaset üzerinde vesayet kurduğu bir anayasa olduğu iddiası ne kadar gerçekçidir, takdir okuyucularındır.

Bugüne Kadar Yapılan Değişiklikler

Yazının bundan sonraki kısmı tamamen yapılan tüm değişikliklere ilişkin olacaktır. Şimdi bu değişikliklere tek tek kısaca bir bakalım.

İlk olarak 17/05/1987 tarihli ve 3361 sayılı Kanun’la (RG: 18/05/1987-19464 M.) 1982 Anayasası’nın 67, 75, 175’inci maddelerinde değişiklik yapılmış ve Geçici 4’üncü maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. Bu değişiklikle 21 olan seçme hakkı yaşı 20’ye indirilmiş; 400olan TBMM üye sayısı 450’ye çıkarılmış; Anayasa’nın değiştirilme usulünü düzenleyen 175’inci madde hâlen yürürlükte bulunan hâline dönüştürülmüştür. Ayrıca Askerî Darbe sonrası kapatılan siyasi partilerin genel başkan, genel başkan yardımcıları veya vekilleri, genel sekreterleri, bunların yardımcıları ve merkez yönetim kurulu veya benzeri organlarının üyelerine 10 yıl süreyle; milletvekilleri ve senatörlere 5 yıl süreyle siyasi faaliyette bulunma yasağı getiren Geçici 4’üncü madde yürürlükten kaldırılmıştır.

İkinci değişiklik 8/07/1993 tarihli ve 3913 sayılı Kanun’la (RG: 10/07/1993-21633) gerçekleştirilmiştir. Bu kanunla Anayasa’nın 133’üncü maddesinde değişiklik yapılmış ve sadece Devlet eliyle kurulması mümkün olan radyo ve televizyon istasyonlarının artık kanunla düzenlenecek şartlar çerçevesinde serbestçe kurulabileceği ve işletilebileceği hükme bağlanmıştır. Diğer bir deyişle fiili durum hukukileştirilmiş ve radyo ve televizyon kurma ve işletmedeki Devlet tekeli kaldırılarak özel radyo ve televizyon istasyonu kurmanın önü açılmıştır.

Üçüncü değişiklik 23/07/1995 tarihli ve 4121 sayılı Kanun’la (RG: 26/07/1995-22355) gerçekleştirilmiştir. Bu kanunla Anayasa’daki ilk kapsamlı değişiklik yapılmıştır. Bu kapsamda Anayasa’nın Başlangıç metni komple değiştirilmiş; 33, 53, 67, 68, 69, 75, 84, 85, 93, 127, 135, 149 ve 171’inci maddelerinde değişiklikler yapılmış; 52’nci maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. Bu değişiklikler Avrupa Birliği’ne tam üyelik müracaatını sağlayabilmek ve uyum amaçlı demokratikleşme yönünde yapılan değişikliklerdir.[10] Genel hatlarıyla ifade edilecek olursa sendikal faaliyet alanındaki sınırlamalar daraltılmış, kamu görevlilerine sendika ve üst kuruluş kurma hakkı ile toplu görüşme yapabilme hakkı tanınmış, oy kullanma hakkı genişletilmiş, siyasi parti kurma ve üye olma hakkına getirilen sınırlandırmalar kaldırılmış, siyasi partilerin kapatılması bir miktar zorlaştırılmış, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının kuruluş ve faaliyetlerindeki bazı sınırlamalar kaldırılmıştır.

Dördüncü değişiklik 18/06/1999 tarihli ve 4388 sayılı Kanun’la (RG: 18/06/1999-23792 M.) gerçekleştirilmiştir. Bu kanunla Anayasa’nın Devlet Güvenlik Mahkemelerini düzenleyen 143’üncü maddesinde değişiklikler yapılmıştır. (Bu madde daha sonra 7/05/2004 tarihli ve 5170 sayılı kanunla ilga edilerek Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne son verilmiştir.) Bu değişiklik ile Devlet Güvenlik Mahkemelerinde bulunan askerî hâkimler bu mahkemelerden çıkarılmış; ayrıca Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin yargı çevresine giren bölgelerde sıkıyönetim ilan edilmesi hâlinde bu mahkemenin Sıkıyönetim Askerî Mahkemesi’ne dönüşmesi engellenmiştir.

Beşinci değişiklik 13/08/1999 tarihli ve 4446 sayılı Kanun’la (RG: 14/08/1999-23786) gerçekleştirilmiştir. Bu kanunla Anayasa’nın 47, 125 ve 155’inci maddelerinde değişiklikler yapılmıştır. Bu değişiklikler kapsamında Anayasa’nın 47’nci maddesinin “Devletleştirme” olan kenar başlığı “E. Devletleştirme ve özelleştirme” şeklinde değiştirilmiş ve maddeye ikinci fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkralarla Devletin, kamu iktisadî teşebbüslerinin ve diğer kamu tüzelkişilerinin mülkiyetinde bulunan işletme ve varlıkların özelleştirilmesine anayasal dayanak oluşturulmuş, ayrıca Devlet, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişileri tarafından yürütülen yatırım ve hizmetlerden hangilerinin özel hukuk sözleşmeleri ile gerçek veya tüzelkişilere yaptırılabileceğinin veya devredilebileceğinin önü açılmış; 125’inci maddesinde yapılan değişiklikle kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinde bunlardan doğan uyuşmazlıkların millî veya milletlerarası tahkim yoluyla çözülmesinin önü........

© Perspektif