menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Suriye’nin 15 Temmuz’u Nelere Yol Açtı?

13 3
13.03.2025

5-6 Mart’ta başlayan, 7 Mart’ta zirveye ulaşan geniş kapsamlı isyanın temelinde aslında bir mezhep hassasiyeti yok. Gerek uyuşturucu trafiği ve mafyatik egemenliğin sürdürülmesi gerek geçmişte işlenen suçların hesabını vermeme çabası gerekse de İsrail ve İran’la bu uğurda girilen kirli ilişkilerin üzeri Alevi kimliği ile örtülüyor. Bu kimlikçi maskenin ürettiği şiddet ise karşı şiddeti ölçüsüz biçimde tetikliyor ve sonuç, Nusayri ve Sünni sivillerin katledilmesi oluyor.

Suriye’de yaşanan gelişmelerin eşzamanlı olarak Türkiye kamuoyunda yankılanması doğal. Çünkü tarihsel olarak aslında her iki ülke de diğer komşularına nazaran iki devlet-tek millet denebilecek kadar ortak bir kültüre ve belleğe sahipler. Türkiye’deki İslamcı, Komünist, Milliyetçi siyasal akımların ideolojik akrabaları Suriye’de de mevcut. Yine Türkiye’deki anaakım tüm kesimlerin Sünni, Nusayri, Kürt ve Arap kesimlerin akrabaları Suriye’de yaşıyor. Tüm bu iç içe geçmişlik Suriye gündemini ülkemizde de yakıcı bir iç gündeme dönüştürüyor.

6 Mart’ta hareketlenen, 7 Mart’ta zirveye ulaşan devrik rejim unsurlarının başlattıkları isyan ve darbe girişimi ülkemizde “cihatçıların Alevi katliamı” olarak algılanıp algılatılmaya çalışılıyor. Bu söylem elbette tümden haksız ya da gerçek dışı değil. Ancak olayları bütünüyle anlamak yerine mezhep çatışması ve kimlik siyaseti üzerinden propaganda yapmak bölgedeki Nusayrilere de Sünnilere de Hristiyanlara da bir fayda sağlamıyor. (Suriye kamuoyunda Alevi olarak tanımlanan kesim ülkemizdeki Türk ve Kürt Alevilerden dinî inançlar ve kültür olarak farklı bir mezhep olduğundan birbirine karıştırılmaması açısından fırkayı 9’uncu yüzyılda kuran İbnü’n-Nusayr’ın takipçileri “Nusayri” olarak adlandırılmakta. Bu tanımlama herhangi bir düşmanlaştırma ya da tahkir içermediğinden biz de yazımız boyunca kullanacağız.)

Kaç Kişi Öldürüldü? Katliamları Kim Yaptı?

Suriye İnsan Hakları Ağı (SNHR) Başkanı Fadl Abdul Ghani 11 Mart’ta yayınladığı ön raporda, SNHR’nin 6-10 Mart 2025 tarihleri ​​arasında 39 çocuk ve 49 kadın olmak üzere en az 803 kişinin öldürüldüğünü belgelediği belirtti. SNHR, Esedci milis gruplar tarafından en az 172 güvenlik, polis ve askeri kuvvet üyesinin (İç Güvenlik Kuvvetleri ve Savunma Bakanlığı personeli) öldürüldüğünü kaydetti. Ayrıca, bir insani yardım görevlisi de dahil olmak üzere en az 211 sivil, bu gruplar tarafından gerçekleştirilen doğrudan silahlı saldırılarda öldürüldü.

SNHR ayrıca, askerî operasyonlara katılan silahlı kuvvetler (Savunma Bakanlığı’na bağlı fraksiyonlar ve düzensiz gruplar) tarafından, isyancıların konuşlandığı bölgelerde başlatılan kapsamlı askerî harekât sırasında 39’u 18 yaş altı çocuk/genç, 49’u kadın ve 27’si sağlık personeli olmak üzere en az 420 sivilin ve silahsız savaşçının öldürüldüğünü belgeledi.

Ghani, “Kamu Güvenlik Güçleri, yardımcı kuvvetler ve onlara katılan gruplar, en az 327 kişiyi öldürdüler. Öldürülenler sivillerden ve silahsız ele geçirilen militanlardan oluşuyordu. Bu yargısız infazdır” dedi. Ghani sivil, esir ve silahlı ayrımı gözetilmemesini “ağır ihlaller içeren mezhep karakterli intikam operasyonları” olarak tanımlıyor.

SNHR’nin verilerine, isyana müdahale operasyonunda çatışırken öldürülen silahlı militanlar dahil değil. Onların sayısının eklenmesiyle 1.000’e yakın can kaybından bahsetmek mümkün. SNHR Başkanı Ghani bölgedeki Nusayri nüfusun tümünün Esed yanlısı olmadığına da dikkat çekiyor. Bu sebeple isyancı militanların Esed yanlısı olmayan Nusayrileri de terörize ederek kendi saflarına çekmeye çalıştıklarını belirtiyor. Bu tespit bölgede yaşayan Esed karşıtı Nusayri aktivistlerin ifadeleriyle de doğrulanıyor.

İsyan sırasında yaşanan çatışmalarda ve çatışma dışı 1.000-1.500 civarında can kaybı olduğunu tahmin edebiliriz. SNHR ön raporu bu kayıpların 800’ünün sivil olduğunu belgeliyor. Peki kimdi bu insanlar?

  • Şam hükümetinden aldıkları af belgesiyle gündüz sivil olarak dolaşan gece ise kar maskeli-sivil kıyafetli silahlı faaliyet gösteren Nusayri milisler.
  • Şam hükümetine bağlı askerler ve onlarla ortak hareket eden Sünni silahlı gruplar.
  • İsyana katılmayan Nusayri ve Sünni silahlı güçlerin hedefi olan Nusayri, Hristiyan ve Sünni siviller.

Bu üç kategoride bir ve ikinci gruptakiler çatıştılar. Çatışmalarda öldürülen sivil giyimli milisler olduğu gibi, sırf bu yüzden bazı askerlerin karşılaştıkları her sivil “eli silah tutabilecek” Nusayri erkeği potansiyel milis görüp öldürdükleri de başka bir gerçek. Ayrıca güvenlik güçleri isyanı bir ihanet olarak gördüklerinden, esir alınan sivil giyimli milisler de yargısız infaz ile öldürüldü. Bir de bunlara Nusayri isyancıların pusuya düşürerek ya da kuşatarak -çoğunu yakarak- katlettiği 172 güvenlik görevlisini ve en az 211 sivili de eklemekte fayda var.

Tüm bu basit yüzeysel ilk okumadan dahi 7 Mart 2025’te Ceble’de başlayan olayların İran rejimi ile koordineli bir karşı-devrim girişimi olduğu, 8 Aralık’ın rövanşı olarak planlanan saldırıların karşılığında birçok Alevi/Nusayri sivilin de katledilmesi ile sonuçlanan olaylar dizisini başlattığını söyleyebiliriz. Bu açıdan tüm sorumluların taraf gözetmeksizin yargılanması ve cezalandırılması gerekiyor.

Arka Plan

Suriye halkının ana gövdesini oluşturan yüzde 80’lik Sünni halk, 61 yıllık Baas diktatörlüğünün korku imparatorluğunda insan haklarından mahrum olarak yaşadı. 2011’de bu durumu değiştirmek için sivil gösteriler başladığında ağır devlet terörü ile karşılaştılar. Esed rejimi koltuk değnekleri Moskova ve Tahran sayesinde 2024’e kadar kanlı bir süreçle ülke, Şam rejimi tarafından insan eliyle gerçekleşen 9-10 şiddetinde bir depreme maruz kalmıştı. 14 milyon insanın yuvası yıkılmış, başka ülkelerde sığınmacı durumuna düşürülmüş, çoğunluğu sivil en az 1 milyon insan sistematik olarak katledilmişti. Hayatta kalanlardan da yüz binlercesi yer altı dehlizlerinde ve Sednaya gibi kale-zindanlarda işkencelerden geçiriliyordu. 2023’e geldiğimizde Rusya ve İran rejimlerinin İdlib’e sıkıştırılmış milyonlarca sivilin üzerine balistik füzelerle saldırılarına tanık olduk. Rusya’nın ABD ile uzlaşısı ve İran-Hizbullah güçlerinin zayıflaması sonucu Beşşar Esed’in koltuğunun altından değnekleri çekildi ve böylelikle 8 Aralık 2024’te rejim kendi içine çöktü. (Bu süreci ve 8 Aralık sonrası olumlu-olumsuz unsurları 17 Ocak’ta yayımlanan yazımızda ele almıştık.)

8 Aralık Devrimi sonrası toplumsal barışın tesisi için yeni Şam yönetimi genel af ilan etti. Aftan önce sadece 16.200 rejim görevlisinin (6.724’ü subay, asker ve şebbiha; 9.476’sı yardımcı güç-milis) muaf olduğu açıklandı. Aralık-Mart ayı arasındaki bu süreçte de 80’lerde rejim eliyle Sünni bölgelere (Hama-Humus-Şam) yerleştirilen Nusayri sivillere yönelik hiçbir şiddet eylemi gerçekleşmedi.

Şam yönetimi ile dağılan eski rejim ordusu yetkilileri arasında genel af kapsamında bu 16.200 kişinin 9.476 kişiyi bulan yardımcı güçleri de af kapsamına alındı. Tartus, Lazkiye ve Ceble’deki tüm asker ve subaylarla uzlaşma yapıldı ve kendilerine resmî uzlaşma belgeleri verildi. Ardından, 150’den fazla diyalog oturumu düzenlendi ve Nusayri toplumunun ileri gelenleriyle müzakereler yapıldı. Bu görüşmelerin ardından toplumun temsilcileri Ulusal Diyalog Konferansı’na davet edildi.

Bütün bunlara rağmen yeni yönetim yalnızca birkaç tehlikeli suçlunun teslim edilmesini talep etti. Ancak Nusayri liderler bu çağrıya cevap vermediler.

Geçen hafta, Nusayri toplumunun önde gelenlerinden olan Basil Hatib, güvenlik güçleriyle yapılan bir toplantıda, devletle işbirliği yaparak toplumsal barış ve huzurun sağlanmasına destek vereceğine dair söz verdi. Üstelik bu söz, imzalı bir belgeyle kayıt altına alındı.

“Suriye’de Tedirgin Sevinç Dalgası” başlıklı yazımızda önem sırasıyla ilk sıraya koyduğumuz riski, 1. Risk: Devrik Rejim Unsurları ve Alevi-Sünni Çatışması başlığı altında irdelemiştik ve şu ifadeleri kullanmıştık: “İşte tam da bu noktada karşımıza devrik rejim unsurları olarak genel bir tanımlama ile ifade edilen gruplar çıkıyor. Bu milisler Humus kırsalından Lübnan’a uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yapan mafyatik yapılar. Bunlardan biri de eski 7. ve 121. Tümen Komutanı Şeyh Salih Mansur. Lazkiye ve Banyas arasındaki Ceble bölgesini kontrol ediyor.” Mansur elbette burada yalnız değildi. 4. Tümen Komutanı Mahir Esed’e bağlı........

© Perspektif