menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İNSAN YETİŞTİRME POLİTİKAMIZ

10 7
05.05.2025

İnsan Yetiştirme Modelimiz, Geleceğimiz ve Eğitim Felsefemiz Necmettin Tozlu Prof. Dr., Bayburt Eğitim Fak. Dekanı.

Türkiye 1. Eğitim Felsefesi Kongresi açılış konuşmasında “İşe dışımızdaki dünyadan başlamak istiyorum” diyerek şu tespitleri yapmışım: UNESCO, UNICEF, UNDİ ve Dünya Bankasının katkılarıyla eğitim üzerine yapılan çalışmalarla ulaşılan sonuçlar hiç de iç açıcı değil. Bir kere hiç bir ülke tatmin edici, sıhhatli bir eğitim ve araştırma sistemi geliştirmiş değildir. Eğitimde sayısal artışa karşılık kalite sürekli düşmektedir. Finans sıkıntıları gittikçe artmakta ve ağırlaşmaktadır. Bilim ve teknolojide tam bir tekel kurulmuş, gelişmekte olan ülkeler diye tabir edilen ülkeler gittikçe fakirleşmekte, iç kargaşalara düşmektedirler.

Dünyamız sadece bu tür problemlerle karşı karşıya değildir. Açlık, hastalık, işsizlik, cehalet, çevrelerin tahribi, insana saygının kayboluşu, insanların ezilişi, sömürülüşü, ırklarından, dinlerinden, anlayışlarından dolayı zulüm görmeleri ve savaş, çözümü oldukça güç problemler olarak sürekli üretilegelmektedir. Savaş, bu korkunç makina sürekli işletilmektedir. “1945’ten 1992 yılına kadar önemli çapta 149 savaş patlak verdi ve 23 milyonu aşkın insan öldü”1 Savaşan ülkeler madden, ruhen, ahlâken v.s. adeta çürümekte, güçten düşmektedirler. Meselâ “1995 yılının sonuna gelindiğinde silahlı çatışmalar Angola’da 30, Afganistan’da 17, Sri Lanka’da 11 ve Somali’de 7 yıldır sürüp gitmekteydi”2 Savaş toplumları (savaşan) harabeye çevirmekte, tüm kaynaklarını tüketmektedir. Birçok ruhî ve psikolojik sapkınlıklara da sebep olmakta, evsizler, sürgünler, göçler ve uçsuz-bucaksız sefalet, insanî dram onun oluşturduğu tabloda yeşermektedir. Düşünün ki gözlerinizin önünde anneniz, babanız,… insanlar katledilmekte, tecavüze uğramakta, zulüm görmekteler. “Angola’da 1995’te bir araştırma çocukların f’sının insanların öldürülüşlerini izlemiş, , cesetleri görmüş, g’si de işkence, dayak ve yaralama olaylarına tanık olmuştur”3 Aynı durum daha korkunç bir şekilde İslam coğrafyasında sürdürülmekte, bu coğrafya neredeyse Müslümandan temizlenmedir. 1994’te gelişmekte olan ülkelere 25.4 mil1 Unicef, Dünya Çocuklarının Durumu, 1996;13 2 A.g.e., 13 3 A.g.e., 24 16 TYB AKADEMİ / Ocak 2015 yarlık silah satılır. En büyük silah satıcıları başta ABD, Fransa, Almanya, İngiltere ve Rusya’dır. İşin garibi tüm bu acılar gelişmekte olan ülkelere çektirilmektedir. Onlar bir sanayii çarkının dişlileri arasında ezilmekte, batının gücüne kan vermektedirler. “1960’larda [bu ülkelerin] toplam askeri harcamaları 27 milyar dolarken 1991’de 121 milyar dolara çıkar”4 Direkt veya dolaylı olarak tüm bu tür ülkeler savaş dairesindedirler. Şüphesiz bütün bunlar bir anlayışın sonucudur. Şuurlu bir benimsemenin mahsulüdür. Öyleyse bu anlayışa da kısaca değinmek zorundayız. Batı düşüncesi uzun bir mayalanma ve içine katlanmadan sonra istilaya başlar. Önce ona sunulan kalıpçı, şahsileştirilmiş ve özünden soyutlanmış Hıristiyanî öğretiyi birçok yönden tahlil eder. Yetersizliğine hükmeder. İnsanı merkeze alır. Onun aşkına uzanan, açılımını tıkar. İnsanın Allah’la irtibatını keser. Aklı en yüce bir değer olarak görür. Bilgi de akıl ve duyularla sınırlandırılır. Kâinatta zaten bu akla uygun yaratılmıştır. Onunla anlaşılabilir. Bu yüzden kâinatta da herhangi bir sırra, olağanüstülüğe yer yoktur. Böylece modernizm profan bir dünya, içi boşaltılmış bir insan arz eder. İnsanın ihtiyaçları hep bu dünyayla sınırlıdır. O, kimseye karşı sorumlu da değildir. Kul da değildir. Belki tesadüfî olarak belli bir zaman ve yerde oluşmuştur. Görevi kendisinden başlayarak çevresine, tabiata, diğer insanlara hükmetmektir. Ahlâkî bir ilkeye sahip olmadığı, üstün prensiplere bağlı bulunmadığı, hattâ bu tür prensipleri reddettiği için yaptıklarından kimseye karşı sorumlu değildir. Zaten onun ilâhi olanla, kutsalla herhangi bir bağı da yoktur. Öyleyse o faaliyetlerinde, hemcinslerini sömürmede, menfaat sağlamada, gücüne güç katmakta serbesttir. İşte çağımızdaki bunalımı hazırlayan anlayış budur. Burada hakikate yer yoktur.

İnsan hakikatten, güzelden koparılmış, dünyaya, eşyaya bağlanmıştır. O hep başarmak, fethetmek, yaşamak zorundadır. Bu, diğer insanların aleyhine, onların canları pahasına da olsa mutlaka böyle gerçekleştirilmelidir. Batı’da kurumsallaşma da bu anlayış üzerine bina edildi. Kurumlar gücün, tahakkümün, sömürünün merkezileştirilişi olarak temellendirildi. “İnsanın böylece bütün yönleri bir kuruma havale edilmiş, ikrî, ruhî, zevkî vs. gibi alanları bir uzmanlar grubu eliyle organize edilip kâra tahvil edilmiştir. Böylece kitleyi teşkil eden fertlerin hayatları ablukaya alınır, düşünceleri dönüştürülür ve denetim güçlerinin kontrolüne verilir”5 Artık karşımızda ulvî ve insanî değerlere tutkun, hemcinsine acıyan, idealleri olan insan tipi yoktur. Gazali’nin deyimiyle “elbiseleri koyun postu, içleri kurt” olan yaratıklar vardır. Onlar hemcinslerine şifa değil hastalıktır. Bozulmuş, bunalmış, kendilerinde olmayan, benlikleri parçalanmış bir görünüm arz ederler. Günümüz dünyasındaki kargaşa, savaş, sömü4 A.g.e., 25 5 Tozlu, Necmettin, İbn Tufeyl’in Eğitim Felsefesi, İstanbul, 1993; İnsan Yetiştirme Modelimiz, Geleceğimiz ve Eğitim Felsefemiz / Necmettin Tozlu 17 rü ve insanın ezilişi bu anlayışın, temsilcilerinin eseridir. Ve ilginci, belki de beklenilmeyeni, bu ateşin Batı’yı sarması düşüncesinin bir yanılgı, sanı olarak kalmamış olmasıdır. Çürüme önce Batı’da başladı. “21. yüzyıl sosyolojisinin yazıları çıkıyor artık. Hep corruption (kokuşma) sosyolojisinden bahsediyorlar…

Bugün Amerika için önemli konu cinsi tahrik, saldırganlık”6 Gerçekten Batı’da birçok düşünür çöküşün felsefesini, edebiyatını yapmakta, çeşitli yönleriyle tahlil etmekte, buna rağmen bunalıma dönüşen fert ve topluma ait açık ve kesin çözümler üretememektedir. Sorokin, “hülasa kültürümüz durmadan kendi çocuklarını yiyen Cronus gibidir” der. Garaudy, “bugün Batı dünyasında, özellikle Hristiyanlar arasında milyonlarca erkek ve kadın medeniyetlerinin ilasının ve çöktüğünün bilincine vardığını” ifade eder. Olanca gücüyle “eleştirel akılcılık”tan yana olan Popper bile farklı milletlerin kültür, dil, şiir, ekonomi, yasa, çocuk, hasta, düşkün, esirgeme, sevgi v.s. gibi dünyalarının Batı geleneğiyle aynileştirilmesine karşı çıkar. İşe daha derinden bakan düşünürler Batı sistemini nihilist, terörist bir sistem olarak nitelemekte, bu anlamda ona başkaldırmayı kutsamaktadırlar.7 Bütün Bunları Nasıl Yorumlamalıyız? Bizim derdimiz bu noktada başlar. Kendimize güvenimizi yitirmişiz. Orijinal herhangi bir yapılanmaya gidemeyeceğimiz iliklerimize işlemiş. Tefekkürümüz, yapıcılığımız, icatlığımız taklit adına öldürülmüş. Lâle Devrinden beri dışımızdaki dünyayı anlamaya yönelik ciddi, düşünceye dayalı, orijinal bir mektep kuramamışız. Bütün gündemimiz taklide ayarlanmış: Batı’yı taklitle bir yerlere varılamayacağı bir türlü anlaşılamadığı gibi, bunu derinliğine vurgulayanlar neredeyse hain ilan edilir. Gerçekte Batı anlaşılmaz. Ona nüfuz edilmez. Sadece kolaya, taklide kaçılır. Hâlbuki Batı’nın zirveleri taklidin ve kendini inkârın bir intihar, yokluğa atılım olduğunu bilirler. Toynbee diyor ki: Bir toplum farklı bir uygarlığın kopyasını kendi ülkesinde üretmeye çalıştığı vakit, yaratıcılığını yitirir ve “iç proletarya” durumuna düşer. Bir toplumda aydınlar bu durumda ise daha üst kültürden, meselâ Batı’dan yük aktarma ve boşaltmadan ileri gidemezler. Yaratıcı gücün “proleterleşmesi” süreci aynı zamanda “dış proleterya”nın da ortaya çıkmasına neden olur. Bu da “kurtlukta düşeni yemek” fırsatını taşıyan dış komşulardır. Görülüyor ki, bir toplum taklit mekanizmasının çarklarına kapılırsa yaratıcılığını yitirir ve proleterleşir…

Aslında Toynbee Türk toplumunu bu çizgide görmektedir. Ona göre [özellikle] Cumhuriyet dönemi keskin dönüşümler yapan ve baş döndürücü bir hızla Batı norm ve değerlerini taklit eden Herodian bir yapıya sahiptir. Bütün geçmişe ait değerlerini dışlayan ve kaderini Batı’yla birleştiren bir oluşum Türk batılı6 Türkdoğan, Orhan, “Milli Eğitim Sistemimizde Kimlik Arayışı”, Türkiye 1. Eğitim Felsefesi Kongresi, 1994;140 7 Baudrillard, Jean, Sessiz Yığınların Gölgesinde, (Çev: Oğuz Adanır), İstanbul, 1991;60 18 TYB AKADEMİ / Ocak 2015 laşma modelinin ana felsefesini teşkil etmektedir”8 Gerçekte bir medeniyet bütün yapı, kurum, düşünce ve şartlarıyla aktarılamaz. Bu yüzden Baudrillard “Üçüncü dünya ülkeleri fantomlaşmış burjuvaziler ya da askeri diktatörlükler yoluyla Batılılaştırılmaya çalışılmıştır” der. O, ayrıca Batı’nın evrenselleştirilme düşüncesinin yanlışlığına da işaret eder. Çünkü bu, geliştirilebilecek biçimlerden sadece birisidir. Bu yüzden Batı’yla [eşit şartlar çerçevesinde] bir diyalog veya işbirliğinden söz etmekte mümkün değildir” inancını vurgular. Gerçekten de Batılı kendini ve diğer ülkeleri iyi tahlil eder. Onların yeraltı ve üstü zenginliklerini keşfeder. Bu konuda programlar yapar, dünyanın önemli merkezlerinde (özellikle İslâm ülkelerinde) ticaret kolonileri kurar. Sermaye birikimini erkenden teşekkül........

© Mir'at Haber