ÇIPLAKLIK VE ZORAKİ BATILILAŞMA
Batılılaşma, modernist aydınların büyük bir rüyasıydı. Batılı bir sisteme ve batı’nın bilgisine erişince, ilerleyecek ve büyük teknolojik hamleler yapacaklardı. Bu yüzden, hiç vakit kaybetmeden, Batı’yı taklit ederek, kısa yoldan Batılı dünyaya ulaşmaya çalıştılar!..
Halbuki, sosyal sistemler; hiçbir zaman, aynen taklit edilemez ve onun özelliğine dışarıdan istek ile ulaşılamazdı. Çünkü sosyal sistemler, bir toplumun fikir, değer ve dünya görüşü ile uyumlu ve onun ortaya koyduğu bir sistemdi.
Batı ile Başlayan taklitçiliğimiz:
Batı dünyası, kendi tarihi ve sosyolojik özellikleri ile bir hayat tarzı ortaya koymuştu. Fakat, Batı’da da, ahlaki ve kültürel sistem, başta kilise; daha sonra ise, burjuva-sosyal bilimcilerin halkı kendi ideoloji ve sistemlerine adapte etmek için kurdukları tuzağa düştüler. Batı dünyasında da geleneksel, dini ve ahlaki değerler, biri “dinci” ikincisi ise, “tamamen dünyacı” iki akımın ard niyetli çabaları ile önemsizleştirildi ve Batı’da önce akli, daha sonra ise duygu temelli bir medeniyet inşasına gidildi. Aslında ne akıl, ne de duygu, tek başına bir medeniyet ve dünya görüşü ortaya koyabilecek faktörler değildi.
İktisat adına maddi hayatın, yegane gaye olduğu liberal bir dünya kurulmaya başlandı. Batı’nın insanının ahlak ve gelenekleri, reddedildi; ahlak ise, sadece teorik düzeyde kabulü mümkün bir hale getirildi.
Batılılaşmaya başladığımız dönemlerde Batı, din dışı, ahlakı ciddiye almayan, sadece akıl ve insan merkezli bir dünya ile karşılaşmıştık. Batı’daki teknoloji, sadece batılıların akıl, bilgi ve gayretleri ile açıklandı. Halbuki, 1490’lardan beri, Asya ve Afrika ve Orta Doğu’yu sömüren ve oraların maddi ve yer üstü zenginliklerini haksızca gasbeden bir Batı Emperyalizmi vardı. Dolayısıyla, bu emperyal medeniyet (!), sadece parayı, hakimiyeti ve serbestlik denilen, ahlak dışı bir dünyayı........
© Mir'at Haber
