Farkındalık ve niyet
İnsanlık tarihinin en hızlı çağında yaşıyoruz. Zamana hükmetmeye çalıştığımız, hızla akan hayatın içinde adeta bir hamster çarkının içinde dönüp duruyoruz. Her sabah, gözlerimizi açtığımızda bizi bekleyen rutin bir senaryo var: gece uyuyup sabah kalkmak, işe gitmek, akşam eve ekmek götürmek için bedenimizi yormak, ardından yine gece uykusuna dalmak. Ve bu döngü, sayısız günün, haftanın, ayın ardından hiç durmadan devam ediyor. Bu çarkın dişlileri arasında sıkışıp kalmış ruhlarımız, yaşamın anlamını sorgulamadan, sadece akıntıya kapılmış bir yaprak gibi sürükleniyoruz.
Hızın zirve yaptığı bu çağda bir şeylere yetişebilmek için çağdan daha hızlı olmalısın, bunun için de çılgın olmak gerekir. Ne var ki, bu konuda kendi benliğimizden kopmuş, sadece döngünün ritmine uyan bir figüran olmaktan öteye geçemeyişimize bir çözüm önerisi sunamıyoruz. Böyle olunca da bu döngüde kendimizi bir nevi tutsak gibi hissediyoruz.
Yorgun bedeni dinlendirmek için geceye, huzur için hafta sonuna, mutluluk için ise ufak molalara sığınıyoruz. Ancak bu kısa soluklanmalar bile çoğu zaman yüzeysel kalıyor. Çünkü asıl mesele, hayatın ritmini belirleyen bu çarkın kendisi. Hız ve haz çağında, anlık tatminler ve tüketim odaklı yaşam biçimi, bizi daha derin bir tükenmişliğe sürüklüyor.
Arada bir “Pazartesi sendromu” diye adlandırdığımız, haftanın ilk günü yaşanan motivasyon kaybı ve isteksizlik, bu çarkın içinde sıkışıklığımızın en görünür isyanı. Fakat bu isyan çoğunlukla cılız kalıyor. Çünkü çevremizdeki herkes aynı ritimde dans ediyor, aynı dişlilere takılmış durumda. Sorgulamak, “Acaba bu çarkın dışına çıkabilir miyim?” diye düşünmek ise toplumun genel kabul görmüş düzenine karşı........
© Milat
