Mehmet Tatlı yazdı | Barış sürecinde kavramsal temizlik: Demokratikleşme ne değildir?
Son zamanlarda barış sürecini destekleyenlere yönelik özellikle bağımsız medyada artan “Bu rejimin demokratikleşme imkânı yok” söylemi, yalnızca bir siyasal konumlanma değil; siyasi hafızaya kazınmış travmaların, kırık beklentilerin ve bastırılmış öfkenin bir dışavurumu olarak tanımlanabilir.
Bu nedenle bu itiraz, sadece içerikten değil, duygulanımdan da beslenir. Dolayısıyla bu söyleme karşı geliştirilecek yanıt, yalnızca rasyonel argümanlarla değil, psikopolitik zemini de kavrayacak bir derinlikte olma zorunluluğu taşır.
“Bu rejimle demokrasi olmaz” sözü gibi, potansiyeli dışlayan her analiz, mevcut olanı mutlaklaştırır; hâkim olanı sabit, muktediri yenilmez sayar. Tarihsel dönüşüm dediğimiz şey, tam da potansiyelin –çoğu zaman beklenmedik bir anda– gerçekliğe sızmasıdır.
Barış, yalnızca bir müzakere masası değil; egemenliğin, meşruiyetin ve toplum tahayyülünün yeniden kurulacağı tartışmalar bütünüdür. Bu noktada, siyaseti yalnızca devletin niyetine bağlamak, toplumu edilgenleştirmekle kalmaz; kolektif inşa iradesinin kudretini de hafife almak olur.
Bugün elimizde olan, eksik ve kırılgan da olsa, yeni bir toplumsal sözleşmenin ilk harflerini yazma ihtimalidir. Ve belki de en politik eylem, henüz olmayanı, ama mümkün olanı savunmaktır.
Geldiğimiz noktada yapılan eleştirilerin özüne baktığımızda, çoğu, demokratikleşmeyi lineer, yukarıdan aşağıya ve merkezi bir “reform süreci” olarak kodlamaktadır. Oysa bir disiplin olarak tarih ve modern siyasal düşünce bize şunu öğretir: Demokratikleşme bir sonuç değil, mücadeleyle inşa edilen bir süreçtir. Dahası, çoğu zaman demokratik açılımlar “demokrat” rejimlerden değil, kendi iç çelişkileriyle boğuşan otoriter rejimlerden sızar…
Demokratikleşmeyi, yukarıdan aşağıya işleyen bir reform dizisi olarak tahayyül etmek, modern otoriterliğin en önemli ideolojik silahlarından biridir. Oysa yine tarih bize göstermiştir ki çoğu zaman demokrasiyi doğuranlar, demokratik rejimler değil, krizlerdir. 1974 Portekiz Devrimi, 1980’ler Latin Amerika geçişleri ya da Güney Afrika örneği; otoriterliğin içinden sızan dönüşüm potansiyelleri ile inşa edilmiştir.
Türkiye için de bu denklem geçerlidir: Mevcut rejimin kendini tahkim etme araçlarının zayıflaması, ancak “muktedir olmayanlar”ın iradesiyle boşa çıkarılabilir. Bu nedenle bugün temel soru, rejimin demokrat olup olmadığı değil; barışın hangi mevcut egemenlik biçimlerini aşındırabileceğidir.
Bu bağlamda esas mesele, AKP’nin demokrat olup olmadığı değil; çatışmanın çözümünün hangi hegemonik krizleri tetikleyebileceğidir. Bugünkü barış süreci; rejimin karakterinden bağımsız olarak, demokratik potansiyel........
© Medyascope
