İsmail Fatih Ceylan yazdı: Ömer Seyfettin Bâb-ı Âli Baskını’nda
1908 yılındaki II. Meşrutiyet’in ilanı, Ömer Seyfettin’in hikâyelerinde ve Mehmet Akif’in şiirlerinde anlatıldığı gibi büyük bir sevince neden olmuştur. İstanbul halkı, zincirlerinden boşalmış gibi kendinden geçmiş, “Yaşasın hürriyet!” naraları atmaktadır. Bu sevinçle imamlar ve papazlar bile birbirleriyle sarılarak Meşrutiyet’in ilanını kutlamaktadır.
Ömer Seyfettin, Hürriyet Gecesi hikâyesinde o günü anlatır:
“O ilk gün, o ilk hürriyetin ilan edildiği gün neydi Yarabbi! Sanki bir saniye içinde bütün dünya birdenbire değişti. Tenha sokaklar alacalı ve kesif bir kalabalıkla doldu. Meydanlar kapandı. Birbirleriyle hiç konuşmayan dilsizlerin ağızları açıldı. Her köşe başında bir düzine hatip… Arabalarda, at üzerinde hem koşan, hem söyleyen yakası rozetli, elleri kamçılı deli gibi adamlar! Sonra bayraklar, bayraklar, bayraklar… Susmayan bandolar, nihayeti gelmeyen nümayiş alayları! Sarılmalar, kucaklaşmalar, öpüşmeler, alkış tufanları! Ve bütün bunların üstünde hiç dinmeyen bir nara: “Yaşasın hürriyet!” Yine sonra kadınlardan, çocuklardan, ihtiyarlardan, gençlerden, askerlerden karma karışık, taşan, dalgalanan bir akın! Nereye? Bilen yok. Ben de bu canlı ve huruşan selin içinde bir zerre… Ne kadar yürüdüğümü, nerelerden geçtiğimi şimdi hatırlamıyorum. Ama ruhum halkın galeyanına mihraktı. Herkes gibi kendimi kaybetmişim.”
Mehmet Akif de Meşrutiyet’in ilanıyla ortaya çıkan ve çılgınlığa dönüşen sevinci, Süleymaniye Kürsüsünde adlı uzun manzumesinde tasvir eder. Herkes eğlenmekte, fakat kimse çalışmamaktadır; üstelik okullar tatil edilmiştir.
1909’da 31 Mart darbesiyle Sultan II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesi bu sevinci, coşkuyu daha da artırır. Yıllarca en büyük hedefleri olan padişah sonunda tahttan indirilmiş, hürriyetçiler nihayet zafere ulaşmıştır. Bütün bu olaylarda kahraman Enver Bey’dir; o artık herkesin Hürriyet Kahramanı’dır.
31 Mart’tan sonra Berlin’e dönmüş olan Hürriyet Kahramanı Enver Bey, 12 Ekim 1910 tarihinde Birinci ve İkinci Ordu manevralarında yönetici olarak görev yapmak üzere yeniden İstanbul’a geldi ve kısa bir süre sonra tekrar geri döndü. 1910’un nisan ayında Arnavutluk isyanı başlamış, 3 Temmuz 1910 tarihinde çıkarılan Kilise Kanunu ile Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan arasındaki anlaşmazlık ortadan kalkmış, Balkan devletleri Osmanlı Devleti aleyhinde birleşmişti.
Meşrutiyet’in ilanıyla ortaya çıkan hürriyetçilik havası, o güne kadar Balkan devletleri arasında kanlı bıçaklı kavgayı sona erdirmiş, ilan edilen Meşrutiyet kendi elleriyle Balkan devletlerinin anlaşabilmeleri için uygun bir ortam meydana getirmişti. Kiliseler Kanunu ile Ortodoks cemaatine bağlı dinî bir kuruluş, o yerde hangi unsur nüfus bakımından çoğunlukta bulunuyorsa ona bağlı olacaktı.
Mehmet Akif, Ömer Seyfettin eserlerinde sevinç çığlığı atılan hürriyetin, daha çok azınlıklara yaradığını, Osmanlı’yı bölmeye hizmet ettiğini anlatmaya başlarlar. Ömer Seyfettin, eleştirilerine rağmen Enver Bey’in yanındadır.
Mart 1911’de yeniden İstanbul’a çağrılan Enver Bey, 19 Mart 1911’de görüştüğü Mahmud Şevket Paşa tarafından Balkanlar’daki çete faaliyetlerine karşı alınacak tedbirleri denetlemek ve bu alanda bir rapor hazırlamak üzere bölgeye gönderildi.
Enver Bey, dolaştığı Selanik, Üsküp, Manastır, Köprülü ve Tikveş’te bir yandan çetelere karşı alınacak önlemler üzerinde çalışırken, öte yandan İttihat ve Terakki’nin ileri gelenleriyle görüştü. 11 Mayıs 1911 tarihinde İstanbul’a döndü. 15 Mayıs 1911’de Sultan Mehmed Reşad’ın yeğenlerinden Naciye Sultan ile nişanlandı. 27 Temmuz 1911’de Malisör isyanı sebebiyle İşkodra’da toplanan İkinci Kolordu’nun kurmay dairesi başkanı (erkân-ı harp) olarak Trieste üzerinden İşkodra’ya gitmek üzere İstanbul’dan ayrıldı. 29 Temmuz’da ulaştığı İşkodra’da Malisör isyanının bastırılması, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Arnavut üyeleriyle olan meselelerinin hallinde önemli rol oynadı.
Bu dönemde hükümet ve meclisi kontrolü altına alan İttihat ve Terakki, “Yaşasın hürriyet!” yerine otoriter bir rejim tesis ediyordu. Bu yüzden 1911’de parti içinde bölünmeler oldu. Jön Türklerin âdem-i merkeziyetçi kanadını oluşturanlar, 21 Kasım’da Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nı kurdular.
İttihat ve Terakki’den ayrılarak Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nı kuranlar, siyonizmin âleti olan küçük bir mason grubun İttihat ve Terakki’ye hâkim olduğunu, memuriyetlere tayinlerde partizanlık yapıldığını, valilik ve mutasarrıflık gibi büyük memuriyetlerin kolayca elde edildiğini ileri sürüyorlardı.
İttihat ve Terakki muhalefetini artıran bir başka sebep de azınlıkların ayrılıkçı hareketleriydi. Son olarak İttihat ve Terakki aleyhtarı bazı aydın ve gazetecilerin öldürülmesi, bu partiye karşı büyük bir infial uyandırdı. Böylece İttihat ve Terakki’nin her geçen gün biraz daha sertleşen icraatı karşısında muhalefet grupları birleşti ve ortaya bu devirde kurulan en büyük siyasî teşekkül çıktı.
Meclis-i Mebusan’da bulunan 105 muhalif milletvekilinin yetmiş kadarı Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın mensubuydu. Arap mebusların büyük alaka gösterdiği fırkadan Rum mebuslar uzak kalarak gerekli gördüklerinde iş birliği yapma kararı aldılar. Ermenilerden sadece Nazaret Doğavaryan girdi. Bir kısım Arnavut’un desteklediği fırkaya Yahudi kökenliler hiçbir şekilde yakınlık göstermedi.
Hürriyet ve İtilaf Fırkası esas itibarıyla Osmanlı Demokrat Fırkası, Ahali Fırkası ve Mutedil Hürriyetperveran Fırkası gibi siyasî teşekküllerin birleşmesiyle ortaya çıkmıştı. Kuruluşunun dördüncü gününde Şehzadebaşı’nda bulunan fırka merkezindeki toplantıda Damad Ferid Paşa başkanlığa, Miralay Sâdık başkan yardımcılığına getirildi. Kurulduğu ilk zamanlarda büyük ilgi gören fırkanın İstanbul ve Anadolu’da 100’e yakın şubesi açıldı.
Fırkaya mensup olan aydınlar, azınlıklara yeni haklar verilmek suretiyle siyasî bütünlüğün muhafaza edilebileceği yolunda büyük ümitlere sahiptiler. İttihat ve Terakki’nin kuvvet kullanarak hâkim Türk unsurun önderliğinde siyasî birliği sağlama meyline karşılık, Hürriyet ve İtilaf bunun yeni haklarla ve ikna yoluyla gerçekleşebileceğine inanıyordu. Azınlıkların fırkaya ilgi göstermesinde bu görüşlerin büyük tesiri olmuştu.
Hürriyet ve İtilaf Fırkası, İttihat ve Terakki hükümetlerine karşı o zamana kadar görülmemiş bir sertlikle matbuat alanında mücadele yürüttü. Esasen fırkanın kuruluşu sırasında İttihat ve Terakki aleyhtarı çok canlı bir basını mevcut bulunuyordu.
Hürriyet ve İtilaf Fırkası, II. Meşrutiyet devrinde İttihat ve Terakki’nin ürktüğü ve kendine rakip saymak zorunda kaldığı ilk ve son büyük siyasî kuruluştu. Fırka, İttihat ve Terakki’nin meclisteki hâkimiyetine son verdiği gibi ilk defa parlamenter sistemin çalışmasını sağlamıştı. İstanbul’da yapılan ara seçimi bir oy farkıyla da olsa kazanması (11 Aralık 1911), İttihat ve Terakki’yi yeni tedbirler almaya sevk etti. İttihat ve Terakki hükümeti, anayasanın meclisin feshine dair 35. maddesinin değiştirilmesini gündeme getirdi. Değişiklik teklifinin kendilerini ezmek için bir tuzak olduğunu ileri süren Hürriyet ve İtilaf Fırkası, bu değişikliğin meclisten geçirilmesini engelledi. Bunun üzerine hükümet, anayasanın 7. maddesi uyarınca meclisi padişah iradesiyle feshettirdi (18 Ocak 1912).
İttihat ve Terakki hükümeti, adaylarını kazandırmak için ordunun nüfuzunu kullanmış, meydana gelen baskılar neticesinde bazı bölgelerde halkın tepkileriyle karşı karşıya gelinmişti. Adalet, eşitlik, hürriyet sloganları lafta kalmıştı.........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin