menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Cevat Düşün yazdı | Komünizm ve komünalizmin ontolojisi: Karl Marx, Murray Bookchin ve Abdullah Öcalan

14 27
13.12.2025

İnsanlık, varoluşunun belki de ilk günlerinden beri aynı sorunun etrafında dönüp durdu; aradı, tökezledi, yeniden denedi ve hâlâ cevap aramaya devam ediyor: Birlikte yaşamak mümkün müdür? Ve mümkünse, bunun ontolojik zemini nedir? Tarih boyunca, bu soru defalarca karşımıza çıkmış; hatta bir tür döngüsel yazgı hâline dönüşmüştür.

Devletlerin yükselişi ve çöküşü, imparatorlukların ihtişamla başlayıp enkazla son bulan serüvenleri, dinlerin doğuşu ve dönüşümü, modern ekonomilerin görünmez elinin şekillendirdiği toplumsal yapılar… Tüm bu olaylar ve süreçlerin hepsi, insanın bu temel soruya yanıt arayışının tarihsel izdüşümleridir.

Toplumsal düzenler yalnızca hukukun veya güç dengelerinin ürünü değildir; aynı zamanda insan doğasına dair derin bir sezginin, ortaklaşa varoluşu mümkün kılan kırılgan ontolojik zeminin üzerine inşa edilir. Filozofların bin yıllar boyunca tartıştığı, toplumların defalarca yeniden inşa etmeye çalıştığı, felaketlerin ardından yeniden sorguladığı sorunun özü şudur: İnsan, yalnızken sadece bir beden midir, yoksa birlikteyken tam bir varlığa dönüşen ontolojik bir varlık mıdır?

İnsanlık tarihi, bu sorunun etrafında dolaşan bir arayışın, bir umut ile bir korku arasındaki salınımının bir güncesidir adeta. Birlikteliğin mümkün olduğuna dair umut; onun her an çözülebileceğine dair ontolojik korku… Ve tüm medeniyet dediğimiz yapı, bu iki kutbun arasında inşa edilen kırılgan bir zeminden ibarettir. Bu zemin yalnızca siyasal bir programın veya ekonomik bir modelin ürünü değildir; insanın kendini gerçekleştirme biçiminin en eski, en kökensel ve en değişmez formudur.

Platon’un “polis olmadan insan eksik bir varlıktır” düşüncesinden, Aristoteles’in insanı zoon politikon (doğası gereği topluluk içinde yaşayan bir varlık) olarak tanımlamasına; Spinoza’nın bireyin kudretini diğer bireylerle etkileşim içinde artırabileceğini savunmasına ve Hannah Arendt’in kamusal alanı insanın görünürlük ve eylem sahası olarak yorumlamasına kadar büyük filozoflar, aynı temel gerçekliğe işaret eder:

İnsan, yalnızken yalnız bir bedendir; birlikteyken tam bir varlığa dönüşür. İnsanın eksiklikten yani yalnızlıktan bütünlüğe götüren yol örgütlülüktür. Kapitalist modernitenin bütün gaddarlığına rağmen doğasını ve ruhunu bozamadığı tek örgütlenme modeli Komünal dayanışma ve birlik örgütlülüğüdür. Murray Bookchin insanlık tarihi kadar eski ,tecrübe ve bilgelikle dolu bu örgütlenme modeline yani Komünalizm’i yeniden yorumladı ve ruh kattı.

Bireyin topluluk dışında kalması, ister kasıtlı dışlanma ve izolasyon sonucu, ister özgür tercih olarak olsun, yalnızca sosyolojik bir sapma değil, ontolojik bir erozyondur. İnsan benliği, diğer benliklerle temas ettiğinde bütünsel kimlik kazanır. Topluluk, dışarıdan eklenen bir kabuk değil; insan olmanın ritmik ve derin yapısıdır. Modern psikolojiden evrimsel antropolojiye, etik felsefeden toplumsal hareket teorilerine kadar tüm disiplinler aynı hakikati gösterir: İnsan, ilişkisel bir varlıktır. Hegel’in dediği gibi, “öz ancak kendi gerçekleşmesinde açığa çıkar”; insanın özü topluluk içinde görünür olduğu tespitini yapar.

Günümüz dünyasında bireycilik, yalnızlık, yabancılaşma ve köksüzlük krizleri, insanın ontolojik kodlarına aykırı bir yaşam biçiminin sonucudur. Kapitalist üretim ilişkileri yalnızca ekonomik düzeni değil, insanın varlık yapısını da çözer. Derrida’nın “kopuş ontolojisi”, Eric Fromm’un “özgürlükten kaçış” analizi ve Bauman’ın “akışkan modernitesi” hepsi , ortak fikir birliği ile aynı yaraya dokunur : İnsanlık, birliğini kaybettiğinde kendini de kaybeder.

Bu nedenle komünalizm, komünizm ve topluluk temelli tüm etik gelenekler — ister Med aşiret konfederasyonu, ister Ahi Evran’ın kardeşleşme kültür komünü (Loca), ister Peygamber Muhammed dönemi İslam toplumunun adalet merkezli yapısı, ister Bookchin’in özgür belediyeciliği, ister Marx’ın yabancılaşma eleştirisi…

İnsanlığın kolektif bilinç katmanlarında hep aynı gerçeğe temas edilir: Birlikte yaşamak bir seçenek değil, ontolojik bir zorunluluktur ve bugünün çok katmanlı, iç içe geçmiş krizlerine karşı tartışılmaz bir çözüm önerisi sunar.

Komünal yaşam, tarihin herhangi bir dönemine ait nostaljik bir kalıntı değildir; insan türünün kolektif bilinç dışına kazınmış en eski varoluş örgütlenme kültürü ve düzenidir. Karşılıklı paylaşım, dayanışma, birlikte........

© Medyascope