menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bir şehirden fazlası

2 0
saturday

Türkiye, Doğu ile Batı arasında tarih boyunca bir köprü olmuştur; bu köprünün başında ise yüzyıllardır hem Doğu’nun masallarını hem de Batı’nın gerçekliğini içinde taşıyan İstanbul durur.

Bu kent iki yönden gelen medeniyetleri sadece ağırlamakla kalmamış, onları kendi bünyesinde yoğurmayı da başarmıştır.

Bir kenti gezilecek yer haline getiren şey sadece taşları değil, bıraktığı izlerdir. Tarih boyunca İstanbul, Doğu’nun egzotik havasını Batı’nın hayranlığıyla harmanlayan bir cazibe merkezi olmuştur. Dar sokakları, cumbalı ahşap evleri, yüksek minareleri, Kapalıçarşısı, hamamları, at arabaları ve feraceli kadınlarıyla Batılı gezginlerin hafızasında adeta düşsel bir Doğu kenti olarak yer etmiştir.

Oysa İstanbul tek bir kimliğe sığmaz.

Antik dönemlerden Bizans’a, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e dört büyük çağ geçirmiş bu şehir, her dönemle birlikte başka bir İstanbul yaratmıştır. Bazen Şam’a, bazen Paris’e, bazen de Roma’ya benzer bu kent; ama hiçbirine tam olarak benzemez.

Bu şehirler arasında İstanbul bulunduğu coğrafi konum itibarıyla birçok ana karaya köprü görevi görmüştür belki de bu durum, onun kimi zaman bir Doğu kenti, kimi zaman bir Batı kenti olarak anılmasına neden olmuştur.

İstanbul asla salt bir Doğu kenti değildir ancak eski dönem gezginlerinin İstanbul ziyaretinde edindikleri izlenimler hafızalara İstanbul’u egzotik bir şark kenti olarak işlemiştir.

Gezginlerin resmini çizdikleri İstanbul 20’nci yüzyılda;

1950-1980 yılları arası üçüncü dünya kenti ve 1990 sonrası da küresel kent olarak farklı şekiller almaya başlamıştır.

1950’lerden itibaren İstanbul, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişin sancılarını yaşamaya başladı. Taşradan kopup gelen binlerce insan şehrin eteklerine gecekondu........

© Medya Günlüğü