“Hayvanlaşamayan” insan
İnsan kendisini doğadaki en zeki, en bilinçli, en üstün varlık olarak tanımlar.
Gökleri delen binalar yapar, yıldızlara uydu gönderir, kuantum fiziğiyle evreni anlamaya çalışır. Diğer canlıları “alt tür” ilan eder, hayvanlara zeka testleri yapar ve onları boyun eğdirdikçe kendini “ilerlemiş” sayar. Oysa tüm bu ilerleme iddialarına rağmen, insanın ruhu hâlâ ilkel çığlıklar atmakta, varlığının anlamını çöp kutularında unuttuğu fast food ambalajlarıyla birlikte kaybetmektedir.
Hayvanlar ormanda yaşar; insan, beton ormanda. Bir kurt, karla kaplı dağlarda avına saygı göstererek yaşarken; insan, trafik ışığında sinirle kornaya basar, sonra Instagram’da meditasyon fotoğrafı paylaşır. Hayvan avını ihtiyacı kadar yer, insan ise tokken bile tüketir. Sonra da “mindful” olmak için kurslara yazar. Mindfulness (bilinçli farkındalık) nedir bilmez bir geyik, sadece anda yaşar. İnsansa “anda kalmak” için bile seminerlere, koçlara, uygulamalara muhtaçtır.
Bir kuş, ötüşüyle iletişim kurar; insansa yüz binlerce kelimeyle konuşur ama çoğu zaman hiçbir şey söylemez. Hayvanlar yalan söylemez çünkü sahtekârlık hayatta kalmaya değil, sosyal maskelere hizmet eder. İnsan ise gerçeği gizleyebilen tek türdür ve bu yetisini genellikle reklam panolarında, biyografi metinlerinde ve LinkedIn profillerinde kullanır. Yani aslında çoktan bir tür “optik illüzyon”a dönüşmüştür: Gözü var, görmez; dili var, hakikati söylemez.
Hayvanlar öleceğini bilmez. Bu nedenle ölümden korkmazlar. İnsan ise mezar taşı için en havalı alıntıyı seçmeye çalışırken yaşamayı unutur. Ölümlü olduğunu bilip de sonsuzmuş gibi davranan tek türdür insan. Üstelik bu bilgi onu bilgeleştirmez; aksine, ölümden korkusunu bastırmak için ölümsüzlük fantezileriyle sosyal medya algoritmalarına sığınır. Dijital ayak izlerini ölümsüzleştirmek için hâlâ hayattayken mezar taşına QR kod koyacak noktaya gelmiştir. Çünkü unutulmak, dijital çağın cehennemidir.
Hayvanlar topluluk içinde yaşar ama benliklerini........
© Medya Günlüğü
