menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Kapının ardındakini görmek (2)

12 0
20.09.2025

Avustralyalı dahiliye uzmanı Marshall, mide ülserine stresin değil bir mikrobun neden olduğunu söylediğinde dikkate alınmayınca bir çılgınlık yapıyor demiştim geçen yazıda. Konuya oradan devam ediyorum.

Marshall önce kendisine bir endoskopi yaptırıp midesinin sapasağlam ve mikropsuz olduğunu gösteriyor. Sonra söz ettiği bakterileri ürettiği kültürü içiyor. Üçüncü gün mide bulantısı ile hastalık belirtileri başlıyor. Kusmaya da başlayınca 8. gün endoskopi tekrarlanıyor. Belirgin bir gastrit olduğu ve mide sıvısının mikroplu olduğu görülüyor. 14. gün endoskopisiyle kanıtlar netleştiği için antibiyotik tedavisine başlıyor. Antibiyotikler ile iyileşince de bu mikropların gastrit yaptığı kesinleşmiş oluyor. (Gastrit, ülserin başlangıç aşamasıdır.)

Aynı senenin sonunda Avustralya’da bir komisyon kurarak bu mikrobun hangi antibiyotiklerle tedavi edilmesinin daha iyi olabileceğine ilişkin araştırmaları da başlatıyor. Bu arada, yanında çalışan bir stajyerde de bu mikrobu saptayınca onu bizmut ve antibiyotik vererek tedavi ediyor. Kendisine ve stajyerine yaptıkları yüzünden de etik olmamakla suçlanıyor ve aleyhindeki dedikodular alıp yürüyor. Yaptığını delilik olarak yorumlayan bir karikatüre de sinirlenmek yerine onu çoğaltıp herkese dağıtıyor Marshall. Mizahın gücü malum. Böylece konunun daha çok konuşulmasını sağlamış oluyor. Zekasının keskinliğine bu davranışı bile kanıt bence.

Bu arada, etkili bir antibiyotik tedavisinin keşfi için bir ilaç firması ile de iş birliğine giriyor ve o firmanın daveti üzerine Amerika’ya taşınıyor. 1989’da, ribozomal dizilim tekniği ile şeklinin benzediği ishal bakterisi Camplyobacter’ dan farklı olduğu anlaşıldığından, insan midesini mesken edinen bu pislik bakterisine “Helicobacter pylori” adı veriliyor. İsimdeki pilor bölümü mideyi kastederken, helical de tipinin benzediği sarmaldan geliyor ama nedense bu mikroba kaşiflerinin adını vermeyi düşünen olmuyor…

1994’de yani Lancet’te bu keşif yayınlandıktan 10 yıl sonra Amerika’nın ilaç otoritesi FDA, eğer bu mikrop midede saptanırsa antibiyotikler ile tedavi edilebilir fetvasını veriyor. Konu FDA onayı alınca bakışlar değişmeye başlıyor. Ancak tıp alemi de az buz tutucu değildir. Pek çok dahiliyeci bu buluşa dudak büküyor. “Ne var yani bazılarının midesinde mikrop varsa, hepsinde olduğu ne malum, herkese endoskopi ve biyopsi yapamayız ya” diyerek asit gidericileri reçete etmeyi sürdürüyor. (Ben o günün tıp ortamlarında benzer minvaldeki konuşmalara tanığım. 40 yıl sonra hâlâ öyle düşünenler olduğunu da biliyorum.)

1996’da Marshall Amerika’dan ülkesine geri dönüyor. Bu arada birçok ödül aldıysa da asıl 2005’de Warren ile birlikte Nobel ödülünü alıyorlar. Ancak o zaman tutucu doktorlar gastrite ve gastrointestinal ülserlere antibiyotik yazmaya başlıyor. Ancak bu gelişme bile mide asidi ilaçlarının havlu atmasına neden olmuyor. Mide ülseri rehberleri bugün bile asit ilaçlarının listesiyle başlıyor. Üstelik eskiden kıyıda köşede kalmış bir tanı olan “reflü” hatırlanıp vara yoğa bu teşhis konuyor ki asit ilaçları daha çok reçete edilsin…

Bizim tedavi kelimemize karşılık İngilizce’de “cure” ve “treatment” olarak iki ayrı kelime var. Bu çok önemli bir ayrım. Çünkü “cure” tam iyileşme demek.........

© Medya Günlüğü