Özgürlük Sahte mi, Hakikat Gerçek mi?
Toplumları yönetmek kurumları yönetmekten farklıdır; ortak bir hedefe yönlendirmek için önce zihinleri şekillendirmek gerekir. Kurumların hedefleri açıkça belirlenmiştir; çalışanlar hangi işi yapacaklarını ve hangi amaç uğruna çalıştıklarını bilir. Toplumun zihni ise yalnızca bireysel akılların toplamı değildir: bireysel akıl mantıkla işlerken toplumsal zihin algılar, simgeler ve söylemler üzerinden biçimlenir. Bu yüzden zihni yönetmek, kapitalizmin devamlılığını sağlayan en sinsi ve en etkili araçtır.
Tarih boyunca bu aracı kullanan mekanizmalar değişiklik gösterdi. Dinler önce toplumsal anlamı tesis etti; moderniteyle ideolojiler bu görevi devraldı. Antonio Gramsci’nin kültürel hegemonya kavramı bize, egemen güçlerin rızayı kültürel araçlarla nasıl ürettiğini anlatır. Michel Foucault ise bilgi ile iktidar arasındaki içli dışlı ilişkiyi ve okullar, hastaneler, hapishaneler aracılığıyla disiplin üretilmesini gözler önüne serer. Bu iki düşünür, modern zihni mühendisliğinin hem görünür hem saklı biçimlerini açığa çıkarır.
Bugün geldiğimiz noktada, modernitenin özgürlük adı altında sunduğu seçeneklerin aslında yeni bir tür esaret yarattığını görmek mümkündür. İnsan, kendini özgür zannederken tüketim kalıplarına, ideolojik dayatmalara ve dijital çağın görünmez ağlarına teslim olmaktadır. Hannah Arendt’in dediği gibi, düşünme yetisini kaybeden insan, en büyük kötülüğü fark etmeden ona ortak olur. Bu nedenle, gerçek özgürlüğü arayış, öncelikle dayatılan düşünce kalıplarına karşı temelini kültürel normlardan alan bilinçli bir direnişten geçmektedir.
Modern dünyanın sunduğu tek tip düşünce düzeni, bireyi farklılıklarını kaybetmeye zorlar. Örneğin Michel Foucault, iktidarın yalnızca siyasal kurumlarda değil, gündelik yaşamın en sıradan pratiklerinde bile var olduğunu söyler. Ona göre, insanın neyi, nasıl düşüneceği, hangi normlara göre yaşayacağı bile görünmez iktidar ağları tarafından........
© Maarifin Sesi
