menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

“Terörsüz Türkiye”nin tarihi arka planı ve Türkleştirilmeden Türkleşmek

29 0
24.06.2025

Terörsüz Türkiye kavramı, özde, merkezkaç bir kuvvet olarak yapılanan ve küresel çapta etkiler oluşturabilen, sosyalist ve ulusalcı PKK (Kürdistan İşçi Partisi) hareketinin tasfiyesi anlamına geliyor.

Bu tasfiyenin, gelecekte doğuracağı etkiler ve sonuçları daha iyi anlamak için geçmişte, Osmanlı Devleti ve Cumhuriyetin ilk dönemlerinde, merkezi hükümetlerle Kürt halkı arasında yaşananları hatırlamak ve analize tabi tutmak şart.

1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ve devam eden Osmanlı-Rus savaşlarının (1787 - 92; 1806 - 12; 1828 - 29) sonunda, padişahlar dahil Osmanlı Devletinin bütün elitleri, tedbir alınmazsa bir çöküş sürecinin kaçınılmaz olduğunu anlamışlardı.

Doksan üç harbi de denilen 1877-78 Osmanlı Rus Savaşının sonunda, Rus Ordusunun bugünkü Yeşilköy’e kadar gelmesiyle kesintisiz çöküş süreci başlamıştı.

Osmanlı - Rus ve Balkan Savaşlarının ardından Meriç Nehrinin batısından Anadolu topraklarına doğru sayısı milyonları bulan kesintisiz göçler yaşanmıştı.

Ruslarla, Kafkasya’da yapılan savaşlar da yenilgiyle sonuçlanmış ve Ruslar katliamlara ilaveten Kafkas Halklarını, Osmanlı topraklarına doğru zorla sürgüne göndermişti.

Kaybedilen Balkan toprakları, Osmanlı Devleti için çok önemli vergi gelirlerinin kaynağıydı; vergi gelirlerinin azalması yetmezmiş gibi Ruslara çok yüksek savaş tazminatları da ödendi.

Bu iki gelişme önce Osmanlı ekonomisini ardından da bütün kurumlarını adeta felç etmişti.

İşte bu dönemden sonra ortaya çıkan Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük, Batılılaşma ve bu cereyanların ortak paydası modernleşme söylemleri ideolojik söylemler olmaktan çok pragmatik bir “devlet kurtarma reçetesi” olma amacı güdüyordu.

Geçen yazıda 1825-30 tarihlerinde yapılan nüfus sayımına göre bugünkü Türkiye’nin nüfusunun 8 milyondan fazla olabileceğini ve bu nüfusun 0’unun gayrimüslim olduğunu belirtmiştik.

Bu tarihten sonra, bugünkü Türkiye’ye göç eden Balkanlılar, Kırımlılar, ve Kafkasyalılar (Kafkas Çerkez Sürgünleri), bugünkü Türkiye demografik yapısının temel bileşenleri olmuşlardır.

Aynı dönemde yurt dışına doğru da gönüllü bazı gayrimüslim göçleri olmuştur.

Gönüllü ve bireysel karşılıklı göçlere ilaveten “Ermenilerin Tehcirle” ve “Rumların Mübadeleyle” yurtdışına çıkarılması da nüfus bileşimini değiştirmiştir.

Geride kalan gayrimüslimlerin yurtdışına göçü bugüne kadar aralıksız devam ediyor.

Birinci Dünya savaşından önce bazı “Bürokratik Merkezileşme” çabaları, mesela Kürt bölgelerine Şafi değil İstanbullu ve Hanefi Kadılar atanması gibi uygulamalar Kürtleri kızdırmışsa da, savaşın son gününe kadar Halifeye sadakatleri devam etmiştir.

ÇÖKÜŞÜ DURDURMA ÇABALARI

Çöküş sürecine giren Osmanlı Devleti, aldığı sayısız askeri, demografik ve diğer tedbirlerin yanısıra, günü geldiğinde ülkeyi kurtaracak kadroları yetiştirecek bir okullaşma çabasına da girişmişti.

En yüksek ilgiyi de askeri okullara vermişti. Kurulan askeri okullarda, Almanya’nın subay yetiştirme okullarında görev yapan kıdemli Alman Hocalar, yüksek maaşlarla Türkiye’ye getirtilmişti.

Bu sayede Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşına, günün yüksek askeri teknolojisine sahip Alman silahlarıyla ve gayet kaliteli bir komutanlar heyetiyle girme imkanı bulmuştu.

Peki parayı nereden bulmuştu?

Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşından önce toplam maliyeti altı milyon altın olan iki zırhlı savaş gemisi için İngiltere’ye sipariş vermiş fakat teslim alamamıştı.

Devlet bu altı milyonu bulmak için ülkenin her köşesinde bir yardım kampanyası yapmış ve halk, büyük teveccüh göstererek tam üç milyon altın toplanmıştı. Bakiye üç milyon altın da Galata Bankerlerinden ve Fransız Kurumlarından kredi olarak temin edilmişti.

Balkan savaşlarında askerlerine temel askerlik malzemeleri bile tam temin edilememişti.

Tüm bu verilere rağmen Osmanlı Devletinin, Birinci Dünya Savaşı boyunca ağır bir finansal sıkışıklık yaşadığına dair elimizde bilgi yok.

Çünkü.

Çünkü silah ve cephane satın almak, orduların lojistik ihtiyaçlarını karşılamak ve askerlerine maaş ödeyebilmek için Almanya’dan 182 milyon altın borçlanmıştı.

Kasasında iki milyon altını bile olmayan bir ülke 182 milyon altına ulaşmış ve bu 182 milyon altınla dört yıl savaşabilme yeteneğine kavuşmuştu.

İngilizler bu iki gemi için Osmanlı Devletinin ödediği altı milyon altını savaş tazminatı olarak kabul ettirdiler ve geri ödemediler.

Fakat aynı anlaşmada İngiltere, Osmanlı Devletinin Almanya’dan borçlandığı 182 milyon altını da Almanya’ya, savaş tazminatı olarak kabul ettirmiş ve sildirmişti.

Savaştan mağlup olarak çıkmış Osmanlı Devletinin bazı üst düzey bürokrat ve generallerinin, savaş sonrasındaki dillere destan zenginliğinin kaynağı da bu Alman parasıydı.

Eğer bu para da Duyunu Umumiye borçları gibi üzerine faiz eklenip taksit taksit ödenseydi; muhtemelen, bugün bile bu borçlar bitmeyebilirdi.

Parasal ve finansal imkanlar veya mahrumiyetler, her zaman ve heryerde homojen olmayan toplumları bir arada tutabilir veya dağılmalarına sebep olabilir.

Birinci Dünya Savaşı yıllarında bile devletin modernleşmesi ve uluslaşma süreci, Almanların da doğrudan veya dolaylı etkisiyle devam etmiştir.

KURTULUŞ SAVAŞI

Kurtuluş Savaşı askeri bir zafer olmanın ötesinde diplomatik hatta konjonktürel bir zafer sayılır.

Ben Stratejik Sabrın Zaferi diyorum.

1) Stratejik Sabır Zaferi: Yunanlıların 15 Mayıs 1919’da İzmir işgalinden, 7 Eylül 1922 tarihindeki mağlubiyetlerine kadar geçen süre: 40 aylık sabır ve direniş dönemi.

Nihai saldırı ve zafer için 40 ay sabredilmesi, komuta kademesinin çok iyi yetiştirildiğinin bir diğer delilidir.

2) İtilaf Devletleri olan İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya’nın, Yunanistan’a hacimli düzeyde askeri ve lojistik yardım yapmamaları diplomatik temaslarla temin edilmiştir.

Yunanistan’a, herhangi bir ülke tarafından esaslı bir askeri ve lojistik destek verilmesi işleri zorlaştırabilirdi.

Birinci dünya savaşının sonuna doğru ağırlaşan ekonomik sıkıntılar Yunanistan dahil bütün devletlerin savaşma iştahını azaltmıştı.

3) Yine bu 40 aylık dönemde İtilaf Devletlerininin kendi aralarındaki ihtilafları artmıştır.

4) Padişah’ın Ankara Hükümeti aleyhine çalışmasına rağmen Ankara Hükümetinin; esas amacını, sürekli olarak Halifeyi kurtarmak olarak açıklaması çok enteresandır.

Halifenin bu aşamada, fiiliyatta itilaf devletlerinin tutsağı olması; itilaf devletlerinde Ankara Hükümetini fazla “önemsememesine” yol açmış olabilir.

İtilaf Devletlerinin, Ankara Hükümetini önemseyip tedbir almamaları için adeta Ankara ve İstanbul Hükümetleri arasında danışıklı bir dövüş yaşanmıştır.

Konunun PKK ve “önderlik” olgusuyla benzerliği çok dikkat çekici.

5) İngilizler, Azerbaycan’ı Sovyetler Birliğine kaptırdıktan sonra, Kerkük Petrolleriyle Sovyetler Birliği arasında “fazla zayıf olmayan bir Türkiye’nin” daha iyi bir tampon görevi görebileceği kanaati oluşmuştur.

6) Her şeyden önemlisi “Lenin önderliğindeki Bolşevikler” Rus Çarlığını devirerek Sovyetler Birliğini kurdu.

Tarihte, Türk devletlerinde görev almadığı halde, doğrudan veya dolaylı olarak, Lenin kadar Dünya Türklüğüne yardım etmiş ikinci bir insan........

© Karar