Simit/bir yol hikâyesi
Yıllar evvel, Gürbüz Azak’ın bir yazısında okumuştum. Soğuk bir kış gecesinde kestâne kızartıp satan bir adamı anlatan arkadaşına, "Yoksa sen o adamdan 50 gram kestâne almadın mı" diye sormuş. Arkadaşı şaşırmış. Azak, şöyle demiş:
"Kışın soğuğunda, karın altında, gecenin o saatinde o adamcağız ekmek parası kazanmak için titreye titreye kestâne kızartsın da sen elli gram kestâne almadan oradan geçip git, olacak iş mi bu?"
Bu yazıyı, hiç ama hiç unutmadım. Özellikle soğuk havada nafakasını çıkarmaya çalışanlardan alışveriş yapmaya çalışırım. Anlatacağım hikâye ise çok daha başka. Çok üst düzey.
Ankara’nın, kar sebebiyle felç olduğu bir gündü. Yaşlı bir simitçi, soğuktan titreyerek tabladaki son simitlerini satmaya çalışırken yanına yaklaşan bir adam, “Hepsini verin.” dedi. Simitçi, tabladaki son simitleri henüz sarmamıştı ki başka bir adam yanaşıp, “İki simit verir misiniz?” dedi. Bu arada, iki müşteri tanış çıktı. “Sen al!”, “Yok hayır, sen al!” ısrârı fazla uzadı. İlk müşteri, diğerini kenara çekti. “Ben bitsin diye alacaktım. Al artık şu simitleri!” diye çıkıştı. Bunun üzerine ikinci........
© Karar
