Milletini arayan devlet
Geçen Cuma akşamı Çorum Türk Ocağı’nın davetlisi olarak memleketimdeydim. Tanzimat’tan Cumhuriyet’e değin geçen süreçte millet anlayışında meydana gelen değişmeyi Namık Kemal, Mehmet Âkif, Ziya Gökalp ve Ömer Seyfettin’den örnekler vererek anlatmaya çalıştım.
Kanaatimce millet tanımı ve millet olmanın gerektirdiği şartlar, bir devletin siyasi ve sosyal durumuna göre zaman içinde değişebilir. Osmanlı Devleti’nde de böyle olmuştur. İmparatorluğun çok uluslu, çok dinli ve çok dilli heterojen yapısı -elbette parçalanmayı önlemek ve birliği koruma kaygısıyla da- aydınları bu yapıya uygun bir tanım ve adlandırmaya yöneltmiştir. Nitekim Namık Kemal bu heterojen yapıyı “İmtizac-ı Akvâm” başlıklı makalesinde “Devlet-i Aliyye’nin sûret-i terekkübü nazargâh-ı mütalâaya alınınca görülür ki hukukta birbiriyle müsavi, menfaatte yekdiğeriyle müşterek ve fakat lisanda, cinsiyette ve hele efkârda mecmuu birbirine ve her biri mecmuuna mugayir birçok eczanın ictimâından hasıl olmuş bir heyettir” diye ifade eder. Kısaca Osmanlı, hukukta birbiriyle eşit, menfaatte ortak, ama dilde, kavimde ve düşüncede birbirinden farklı parçalardan oluşmuş bir toplumdur… Osmanlı aydını bu ‘çoklu yapı’yı din, dil, kavim farkını gözetmeksizin ‘millet-i Osmaniyân’, ‘Devlet-i Âliye-i Osmaniye’ çatısı altında toplar. Hatta diline ‘lisan-ı Osmanî’, sözlüklerine çoğunlukla ‘lugat-ı Osmaniyye’, edebiyat tarihlerine ‘tarih-i edebiyat-ı Osmaniye’ adını verir. Çünkü siyasî ve sosyal yapı bunu gerektirmiştir. Türk tarihinde ‘Osmanlıcılık’ diye adlandırılan bu siyasi görüşün amacını Yusuf Akçura, “Üç Tarz-ı Siyaset” adlı........
© Karar
