Silah bırakma dönemeci ve sonrasında simgelerin dili
Ardahan-Muğla ve Hatay Samandağı güzergâhındaki geleneksel şenliklerde önceden planlanmış söyleşilerim nedeniyle Süleymaniye’de düzenlenen PKK’nin silah bırakma törenine davetli olduğum halde katılamadım.
Töreni farklı kanallardan izledim; görüntüsü ve algısı simgeseldi.
15’i kadın ve 15’i erkek olmak üzere 30 PKK gerillasının, bırakılması için hazırlanan büyük kazana çeşitli silahları ve rextleri (kütüklükleri) koymalarından tutun da, kimin hangi sırayla geleceği, nasıl geri dönecekleri, hazırlanan bildirinin kimin okuyacağı, kimlerin ayakta duracaklarına dair en küçük ayrıntı iyi hazırlanmıştı.
Öncelikle bir disiplini simgeliyordu. O disiplin bozulmadı. Gayet ciddi ve üzgündüler.
Ancak bu hususta hiç renk vermediler, yüz ifadelerini ve vücut dillerini herkes okuyamıyordu.
Olayı yerinde görüp tanık olanlardan birkaçıyla karşılaşıp sordum:
Cevap şuydu:
Ortam hüzünlüydü. Tanıklardan hemen herkes ağlamaklıydı, gözyaşlarını tutamayanlar da az değildi.
Dikkat çeken bir husus ise AKP, CHP, MHP, YENİ YOL gibi partilerin törene temsilci göndermemeleriydi.
Bu da AKP ile MHP’nin tören ve sonrasına ilişkin tereddütleri olduğuna dair bir yoruma yol açtı.
Silahları kazana koyduktan sonra kendi elleriyle yakan iki kişiden biri Besê Hozat, diğeri de Nedim Sezen idi.
Malum, Besê Hozat barışın kendisinden ziyade bazı hayati ayrıntılarına şiddetle itiraz edenlerdendi.
30 kişilik grubun başına çekip silahların bırakılmasına bizzat nezaret etmesi, “Bakınız, en muhalif olanımızı bile halkın kazanımları uğruna ikna edebildik; iktidar (AKP-devlet ikilisi) bu büyük fedakârlığı unutmadan ev ödevini yerine getirmelidir!” anlamına geliyordu.
30 kişilik gruptan her birinin tek tek silahlarını bırakmasının ikinci anlamına bakalım:
2015 yılından bu yana bazı muharebeleri kaybetmemize ve birçok mevziden geri çekilmemize rağmen hezimete uğramadık. Türk ordusu kısmi başarılarına karşın bize toptan imha edemedi. Biz de onu yenemedik!
Liderimiz Öcalan’ın vardığı mutabakat sonucunda dile getirdiği talimat doğrultusunda barış ve halkların yüce maslahatı uğruna kendi irademizle silahlarımızı bırakıp elimizle imha ediyoruz!
Bildirinin özü: Ev ödevimiz tamam! AKP iktidarı da ev ödevine başlasın!
Silah bırakma sonrasında Besê Hozat Türkçe, Nedim Sezen’in de Kürtçe okuduğu açıklama veya bildiri aslında örgütün niçin silaha sarıldığı ve neden bıraktığını gerekçelendiren cümleleri kapsıyor.
Silahlanıp dağa çıkma nedenleri birbirinden ayrılmaz siyasi ve demografik mühendisliği öngören bir devlet projenin sonucudur: Kürt halkının doğuştan gelen temel ve demokratik/siyasi haklarının 100 yıl boyunca inkâr edilmesi; kimliğinin yok sayılması, dilinin yasaklanması, kültürünün asimilasyona uğratılması, sosyo-ekonomik açıdan geri bıraktırılıp sömürülmesi vs.
Bırakma sebebi ise esas olarak Türkiye’deki egemenlerin, bu durumda AKP-devlet iktidarının Ortadoğu’daki çatışmalar, sarsıntılar, savaşlar ve ölümcül kaos ortamında kendisine yönelik iç ve dış dinamikleri bertaraf etmek için Kürt tarafı ile, başta Öcalan olmak üzere siyasi Kürt kesiminin yasal ve yasadışı kesimiyle uzlaşma arayışıdır.
Bildiride anayasal vatandaşlık hakkının fiilen anayasada yer alması; din, mezhep, dil, etnik köken ayrımı yapmadan eşit vatandaşlığın pratikte uygulanması, Kürt halkına demokratik haklarının verilmesi gibi ayrıntılar da yer alıyor.
Demek isteniyor ki; her şeyi silahlı mücadeleye bağlayan devletin güvenlikçi aklı geri çekilmeli, bütün sorunlar siyasi temelde ve karşılıklı görüşmelerle çözülmelidir.
Müzakere etmek muhatabını olduğu haliyle kabullenmek, onu küçümsememek, müzakere masasında “yendim, tepeledim, artık elimdesin” mantığını tümüyle bir kenara bırakmak şarttır.
Silah bırakmaya karşılık TSK tarafından planlanan operasyonların yapılmaması da başka bir taleptir.
Daha önemlisi silahlı alandan siyasi alana geçerken devletin gereken yasal zemini hazırlaması gereğine işaret ediliyor.
“Halkımızın son derece demokratik, meşru ve ulusal haklarına saygı gösterilmesine ilişkin” ibare bence birçok bakımdan hayatidir.
Buradan hareketle hem Türkiye hem de uluslararası camia tarafından Kürt halkının varlığını kabullenip demokratik taleplerine arka çıkılması istenmektedir.
Bu aynı zamanda başta Öcalan olmak üzere, siyasi Kürt hareketine yönelik “Kürt milletinin varlığını kabul etmiyor”, “davayı sattı” türünden ithamları da boşa çıkaran bir cümle sayılır.
Esasen Öcalan da 19 Haziran 20025 tarihli açıklamasında mealen böyle bir ifade kullanmıştı.
Öte yandan bu törenin Irak Kürdistan Yönetimi denetiminde ve YNK gözetiminde yapılmasına ilaveten Türkiye’deki bazı görevlilerin orada bulunmaları bile aslında Türkiye Cumhuriyeti devletinin Kürt halkının varlığını, kimliğini ve haklarını zımnen kabul etmesi anlamına geliyor. En azından Türkiye ve dünya kamuoyunun algısı bu yöndedir.
Kandil grubunun bildirisinde, Öcalan’ın konuşmaları arasındaki biricik fark şuydu.
Öcalan’ın “pozitif entegrasyon” (bütünleşme) tanımı Süleymaniye’deki bildiride “demokratik entegrasyon” tarzında yazılmış.
İster “pozitif” kelimesi kullanılmış olsun isterse “demokratik” sıfatıyla dile getirilsin sözün özü şudur:
Kürtlere yüzyıldır uygulanan imha ve inkâr politikasının yol açtığı bütün olumsuzluklar bu sefer kökten terkedilip hızla telafi yoluna gidilmelidir!
Bildiride demokrasi ve hukukun........
© İlke TV
