menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Şeyh Said Kıyamı Kürtlük ve Küdistan İçin mi, İslami Değerleri Savunmak İçin miydi? - 3

15 0
30.06.2025

8 Şubat 1925’te Şeyh Said ayaklanması başladığında başbakan Fethi Okyar’dı. 17 Kasım 1924’te muhalif liberal parti olarak Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulduktan üç gün sonra Başbakan İsmet Paşa istifa etmiş ve yerine daha liberal fikirleriyle tanınan Fethi Bey başbakan olmuştu. TCF ise dine hürmetkâr, devlet kapitalizmini değil, Amerikan liberalizmini esas almıştı. Şeyh Said yargılandığı Şark İstiklal Mahkemesinde verdiği ifade de Genç Belediye Başkanı’ndan TCF’nin programını temin ettiğini ve “dine saygılıyız” ayrıca “içkiyi yasaklayacağız” maddelerinin çok hoşuna gittiğini ama onlarla muhabere etmediklerini belirtmişti. Ayrıca TCF hakkında şu ifadeleri kullanmıştı: “Kalbimizden seviniyorduk. Allah bir sebep çıkarsa da dine yardımcı adamlar kalsalar diyorduk.”

Fethi Bey, “isyanı” ilk günlerinden itibaren sınırlı talepleri olan mevzi bir başkaldırı olarak görmüş ve çözüm için daha sakin ve diyalogu önceleyen bir tavır sergilemişti. Ama Mustafa Kemal, Fethi Bey Hükümeti’ni yeteri kadar sert bulmadığı için sıkıştırmaya başlamıştı. Ve Meclis’te yapılan oylama sonucu 63’e karşı 73 oyla Fethi Bey Hükümeti düşürülmüştü. Daha sonra Fethi Bey’i destekleyenler de çeşitli mağduriyetlerle karşılaşmışlardı.

Mustafa Kemal 3 Mart 1925’te sertlik yanlısı İsmet Paşa’yı başbakan atadı ve aynı gün sıkıyönetim ilan edildi. Yürütmeye sınırsız yetkiler veren “Takrir-i Sükûn Kanunu” çıkarıldı. İstiklal Mahkemeleri, şark ve batı olmak üzere iki alanda çalışmak üzere yeniden kuruldu. Mahkeme başkanları Cumhurbaşkanına bağlıydı. Mahkeme kararları denetlenemez konumdaydı. Kararların temyizi söz konusu değildi. 1925-1927 yılları arasında tüm ülke sathında çalışan İstiklal Mahkemeleri, doğuda Şeyh Said ayaklanmasını, diğer bölgelerde de halifeliğin kaldırılması, sonra da Şapka Kanunu ve diğer laik kanunları eleştirenleri bahane ederek Şeyh Said ve İskilipli Atıf Hoca gibi binlerce âlimi ve kanaat önderini idam etmişti.

Mustafa Kemal ve arkadaşları, Şeyh Said ayaklanmasını bahane ederek Batıcı reformları baskı ve şiddet yoluyla II. Meclis’i tehdit ederek kanunlaştırmışlardı. TCF de 3 Mayıs 1925 tarihinde kapatıldı.

15 Nisan’da yakalanan Şeyh Said ve arkadaşları, Diyarbakır’da İstiklal Mahkemesinde yargılandı ve idam edildiler. Ancak bu mahkemede Şeyh Said-i Piran’ın yaptığı savunma, Kürt ulusalcılarını rahatsız etmiştir. Gerçek ismi Mela Şêhmus olan, “din âlimi” olduğu halde daha sonra sosyalistliği seçen, Kürt ulusal hareketinin önemli şairi Cigerhun, Şeyh Said’in bu mahkemede Kürt ve Kürdistan kelimelerini bile telaffuz etmediğine dikkat çekerek hayıflanmakta ve Said’i aşağılamaktadır. Oysa bu hal, doğaldır. Çünkü Şeyh Said bir Zaza veya Kürt olarak, toprak için değil, Müslüman olduğu ve fıtri hakları için kıyam etmiş ve mahkemede de Allah ve Şeriat için kıyam ettiğini haykırmıştır.

“Şeyh Said hareketinin dinî bir kalkışma mı yoksa Kürtçü bir kalkışma mı olduğu?” tartışmasında, Kürdistan İslam Partisi (PİK) ve çıkarttıkları “Cudi” dergisi örneğinde olduğu gibi Kürtçü bazı dinî mahfiller, tamamen tarihî verileri saptırarak bir tarih yaratmaya çalışmışlardır. Ulus kavramının Avrupa kökenli ontolojik ve seküler değerlerinden bihaber ve Kürt ulusalcılığına öykünen bazı dindar kişi ve gruplar, Şeyh Said’in istişari bir katılımla aldığı şer’i ayaklanma fetvası doğrultusunda aşiretler ve değişik yerleşim yerleri arasında gerçekleştirdiği seyahati, ulusal mücadele bilincini insanlara vermek istediği için yaptığını söylemektedirler. Bu Kürt ulusalcısı dindarlar, 1921’de kapatılan “Kürdistan Teali Cemiyeti”nin üyesi olarak göstermek istedikleri Şeyh Said’i bu sefer de Kürtçü kayınbiraderinin kurduğu Azadi Cemiyeti’nin (Rêxistina Azadî) Kürt ayaklanmasını örgütlemek için gerçekleştirdiği çabalara destek vermekle ilişkilendirirler. Ve Azadi hareketinin liderleri 1924’ün Ekim ayında yakalanınca örgütün başına Şeyh Said’in geçtiği senaryosunu kurarlar. Kardeşi Bahaeddin’e de cihada başladığını, bu yolun korkakların yolu olmadığını ve kendisinin de sonunda “Amed”de asılacağını bildirdiğini iddia ederler. (Bu öykünmeci ve hiçbir delile dayanmaksızın kurulan ulusal-dindar senaryo kurgularına örnek olarak mizgin.net sitesindeki Şeyh Said’in hayat hikâyesine bakılabilir.)

Atatürk’ün tarih yazıcılığına benzeyen delil ve mesnetten uzak kurgular arasında kullanılan “Amed” ifadesi de yine bir öykünmecilik ürünüdür. Zira Amed denilen şehrin adı Hz. Ömer döneminde fethedilmeden önce Dikrangerd idi. Dikrangerd, daha sonra adına Diyar-ı Bekir (Diyarbekr, Diyarıbekir, Cumhuriyet döneminde de Diyarbakır) denilen bölge Milat Öncesi binli yıllardan beri bir Ermeni krallığının merkeziydi. Dikrangerd’den binlerce yıl önce de müşrik Asurlular döneminde bu bölge Amid olarak anılmıştır. Ayrıca bu bölgeye tarihî bilgi olarak da Amed demenin yanlış olacağı gösterilmiştir.

Şeyh Said hareketini Kürt ulusalcılarıyla irtibatlandırma gayretleri sonradan üretilmiştir. Bu iddia hareket içinde yer alan ve ulusalcılığın etkisinde kalmış tek-tük bazı kişilerden öteye bir mesnede dayanmaz. Diyarbekir’de 40 köyleri bulunan Cemilpaşa ailesi bir Kürt kalkışması için halkı örgütlemeye teşebbüs etmemiştir. Laik aydınlardan Liceli Fehmi Bilal’in Şeyh Said isyanı başladıktan sonra olayların aslını öğrenmek için Said’in yanında bulunması gibi bazı münferit laik ve Kürtçü tiplere hareket içinde tek-tük rastlanmıştır. Ama Cemilpaşa hatıratında Piran’da ilk silahın patladığı gün polislerce evlerinin gözaltına alındığını belirtir. Azadi’nin en büyük şubesinin Diyarbekir’de olduğu halde cemiyet liderinin kendilerine hiçbir haber vermeden kalkışma için Erzurum’da ihtilal hazırladığını sonradan duyduğunu ve Kürtçü mebus Yusuf Ziya’nın da çok hayalperest birisi olduğunu söylemiştir.

Şeyh Said önceleri tebliğ ve mektuplarında “Emiru’l Mücahidin” unvanını kullanırken, daha sonra “Hadimu’l Mücahidin” imzasını kullanmıştır. Yazışmalarındaki en önemli ortak kaygı halifeliğin ve medreselerin kaldırılması; dinsizliğin, kadınların çıplaklığının ve içki tüketiminin artması konularıdır.

Lozan delegasyonu içinde yer alan ama daha sonra Mustafa Kemal’le arası açılan Dr. Rıza Nur, Şeyh Said ayaklanmasının sadece dinî özellikli olduğu kanısını şu aktarımla belirtir:

“Şeyh Said gayet dindar bir........

© Haksöz