menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Savaşta bayramı yaşamak

10 6
08.06.2025

1914 yazının 28 Haziran’ıydı.

Saraybosna’yı ziyaret eden Avusturya-Macaristan Veliahtı Franz Ferdinand ve karısı bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürüldü.

Suikast, beklenen son damlaydı. İngiltere, Fransa ve Rusya bir tarafta, Almanya, Avusturya-Macaristan Krallığı ve İtalya diğer tarafta toplanmıştı. Saflar belirlenmiş, bloklar oluşmuştu. Silahların ateşlenmesi, orduların yürümesi için bu damlanın düşmesi gerekiyordu.

Öyle oldu.

Avusturya-Macaristan, Sırbistan’ın başkenti Belgrat’ı bombaladı. Müttefiki olan Almanya, önce Rusya’ya ardından Fransa ve İngiltere’ye savaş ilan etti. Donanmalar denizlere açıldı, askerler cephelere yığıldı, dönemin en kudretli silahları amansızca ölüm kusmaya başladı.

Gelişmeler, Osmanlı kamuoyunda da yakından izleniyordu.

Balkan hezimetinin üzerinden iki yıl bile geçmemişti. Asker yorgun, ekonomi bitikti. Ne yapacaklardı? Savaşa girecekler miydi? Yeni bir seferberliğin üstesinden gelebilecekler miydi? Girerlerse hangi ittifakın içinde yer alacak, hangi pozisyonda bulunacaklardı?
Meclis-i Mebusan sıralarından gazete manşetlerine, ordu saflarından kahvehane köşelerine kadar her tarafta benzer sorulara cevap aranıyordu.

Aslında bu tartışma, savaş tamtamlarının yükselmeye başladığı bahar aylarından beri devlet katlarının en hararetli konusuydu.

Yönetimi elinde tutan İttihatçı kadro çoktan kararını vermiş, Almanlarla temasa geçmişti. Onların gözü Kafkaslarda, Türkistan’da, Çin sınırına uzanacak büyük Turan ülküsündeydi.

İttihatçıların önemli ideologlarından Munis Tekinalp, o günlerde yazdığı “Türkler Bu Muharebe Ne Kazanabilirler?” başlıklı bir risalede bu ülküyü söyle dile getiriyordu:

“Bu savaş bizi, Moskova’daki düşmanımızı yok ederek ırkımızın tüm dallarını içine alıp birleştirecek bir imparatorluğun tabi sınırlarını bulmaya yöneltir.”

İttihatçı gelenekten gelen Şevket Süreyya Özdemir de, “Suyu Arayan Adam” isimli eserinde benzer hisler dile getirecekti:

“Bizler muallim mekteplerinin duvarlarına asılı olan haritaların başında toplanır, yeni Türk vatanının sınırlarını çizmeye çalışırdık. Bir elimizi Balkan geçitlerinin üzerine koyar, diğer elimizi Kırım’a, Kafkasya’ya, Türkistan’a, Altaylara, Çangari’ye Altın Dağ’a uzatırdık. Oralara gidecektik.”

Osmanlı yönetiminin bu düşüncede olması Almanya’nın işine gelmişti. Alman Genelkurmayı, üç büyük savaş kaybetmesine rağmen ordusunu yeniden teşkilatlandırıp toparlayan Osmanlının büyük kapışmada kilit rol oynayacağına inanıyordu. Askeri gücünün ötesinde hilafet makamı gibi tılsımlı bir unvana sahipti. Halife Sultan, Kafkaslar ve sömürge ülkelerindeki Müslümanları harekete geçirebilir Rusya ve İngiltere’yi saf dışı bırakabilirdi.

Geriye, niyetlerin kâğıda dökülüp, ittifak anlaşmasının imzalanması kalmıştı. Onun için de........

© Haber7