LİYAKAT: KAYBOLAN DEĞERİMİZİN BEDELİ
Liyakat… Bir kelime ama içinde bir milletin kaderini, bir medeniyetin yükselişini ya da çöküşünü barındırıyor. Sözlükte “uygunluk, kabiliyet, fazilet, hüner” gibi anlamları olsa da hayatın tam merkezinde “işi ehline vermek” demektir.
Yani işi bilenin yapması, hakkı olanın alması.
Aslında bu kavram bize yabancı değil. “Emaneti ehline verin” emri yüzyıllar öncesinden bizim kitabımızda yazıyor.
Kur’an-ı Kerim, “Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.” (Nisa, 4/58) buyuruyor.
Hz. Peygamber (s.a.v.), makam isteyen Ebu Zer’e, memurluğun bir emanet olduğunu, ehil olmayanın altında ezileceğini hatırlatıyor. Mekke’nin fethi sonrası Kâbe’nin anahtarı ise bu ilkenin en büyük sembolüdür: Amcası Abbas istediğinde bile, anahtar ehline teslim edilmiş, “emanet” ehil olan Osman b. Talha’ya geri verilmiştir.
Bizim kültürümüz, bizim inancımız liyakati bir ahlak ilkesi olarak yüceltmiş.
Bugün dönüp kendimize bakalım. Biz bu ilkeye ne kadar bağlıyız?
Batı’da üniversitelerden devlet kurumlarına kadar işler........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Robert Sarner
Mark Travers Ph.d
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon