Canavardan Romantik Bir Enkaz Yaratmak: Frankenstein (2025)
Tür sinemasının önemli örneklerinden biri olan Frankenstein, yüz yıllık aradan sonra fantastik evreninin kapılarını bir kez daha araladı. Mary Shelley’nin Frankenstein ya da Modern Prometheus (1818) adlı romanından uyarlanan film ilk kez 1910 yılında Searle Dawley yönetmenliğinde sessiz bir kısa film olarak perdeye aktarılmıştı. 1931 yılında ise James Whale’in vizöründen -bu kez uzun metraj formatında- sinema ile buluştu. Aradan geçen yirmi yılı aşkın süreçte tekniğin olanaklarının bir hayli geliştiğini ve yönetmenlerin romandan bağımsız olarak saf sinema yapma gayelerini önemsediklerini düşünmek mümkün. Yahut rejisörün imgelediği sinemasal evreni özgürce filme yansıtabildiğini, en azından çabaladıklarını da ekleyebiliriz. Tam da bu açıdan Guillermo del Toro’dan bahsedecek olursak büyük ustanın gayesini ve kitlelerce benimsenmiş Frankenstein’ın canavar temsili üzerine yeni bir aktarım yaratma isteğini göz ardı edemeyiz. Yer yer zorlama mesajlarla Frankenstein’ın zamansızlık vurgusunun oldukça tahrip edildiğini de Del Toro’nun hanesine ekleyeyim. Çağının çok ötesine ulaşan Frankenstein, tabiri caizse ait olmadığı bir düzleme yara bere içinde oturtulmuş. Ana karakter Victor’un ustalık eseri olan yaratığın günümüz insanından neredeyse daha merhametli ve etik değerlere sahip bir canavar olması açıkçası art arda tekrarlanarak zorlama bir iş olarak görülüyor. Öte yandan yönetmen koltuğuna konuşlanmış bu özel ismin Del Toro olması sanırım ben ve benim gibi Del Toro seven birçok seyirciyi görsel haz bakımından memnun edebilmeyi de başarmakta. Fantastik ve masalsı evrenine aşina olduğumuz Del Toro ne yazık ki Shelley’den esinlendiği öyküyü yoğun bir şekilde romantik nüanslarla işlevinden uzaklaşarak çerçevelendirmeyi tercih etmiş. Tıpkı Dracula’dan sonra liseli gençlerin dünyasına düşen Alacakaranlık vampirleri gibi oldukça ergen ve duygusal bir Frankenstein deneyimi ile karşılaşıyoruz. Üstelik bastırılmış cinsellik ve bitmek bilmeyen fallus kültürü, akademik başarılarının altında insan olma özelliğini yitiren güçlü ve nüfuzlu erkekler birliğiyle desteklenmeye devam ediyor. Bu görünümün eril egemenliğe yönelik güçlü bir eleştiri olduğunu vurgulayalım. Ancak, böyle bir yolculukta tür adına yenilikçi herhangi bir şey görememek, klasiklerin sürekli tekrar eden kopyalarını izlemek maalesef seyir deneyimi adına hem yorucu hem de samimiyetsiz bir gerçekliğe bürünüyor. Frankenstein’ı ve Guillermo del Toro’yu ne kadar sevsem de büyük bir heyecanla beklediğim filmi tam olarak benimseyemediğimi belirterek yazımı sürdürmeye devam edeceğim.
Konuyu özetleyecek olursak; genç ve inovatif bir doktor olan Victor, babasından kalan mesleğini devam ettirir. Küçük yaşta annesiz kaldığı için genç adamın en büyük arzusu ölüme meydan okumaktır. Victor’un her ne kadar imkânsız gibi görünse de ölümden sonra yeniden hayata dönmek........





















Toi Staff
Gideon Levy
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein