menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Yahudiliği Anlamadan Yahudilerle Savaşmak

12 0
11.10.2025

Binlerce yıllık bir yaşanmışlığın psikolojisini anlatabilmek için ciltler dolusu kitap yazmak gerekir. Oysa onlar kendilerini anlatmak yerine hep başkalarını tahlil etti. Dünyanın en iyi filozofları, psikologları ve sosyologları oldular. Yaşadıkları her toplumun ruhunu Tanrısal bir güçle anlamaya çalıştılar. Zira “diğerlerini” yönetebilmenin başka yolu olmadığını biliyorlardı. Bizler Yahudilere hep zengin ve iktidar sahipleri olmaları vesilesiyle güç vehmettik. Halbuki onların gücü kendilerini ve ötekini tanımış olmalarından kaynaklanıyordu.

Bu tanımışlığın en kötü tarafı, ötekini yönetilebilir hale getirmesiydi. İnsanları parayla satın almak işin en kolay tarafı. Yahudiler bunun ötesinde felsefe, tarih, sanat, estetik, sinema, tiyatro ve edebiyatla insanları ve toplumların hayatını şekillendiriyorlardı. Yaşamın en az üç nesil öncesi ve sonrasını tasarlayabildiklerini fark ettiklerinde, Tanrının onları neden kutsadığını(!) bir kez daha anladılar.

Bugün üzerinde konuştuğumuz hususun başlangıcını Yahudilerin Mısır’dan çıkışına kadar götürmek istiyorum. Öncesi de vardır ama buradan tarihe dalış yapmak bizim işimizi ziyadesiyle görür. Kutsal kitaplarında da uzun uzun anlatılan bu “çıkış” (exodos) ezilmişliğin, sömürülmüşlüğün, dışlanmışlığın ve nihayetinde sürgünün hazin hikayesidir. Tanrı’nın yardımı ve korumasıyla kendilerine vaat edilen topraklara doğru yeniden dirilişin hikayesidir aynı zamanda.

Yahudiler olayları iki türlü hikâye ederler. Kendileri için varoluş, ötekiler için yok ediş olarak. Ötekilere karşı Mısır’dan çıkış, mazlum Yahudilere yapılan zulümdür ve onların yok edilme girişimidir. Kendileri için ise Tanrı’nın bahşettiği yeni topraklarda huzurlu bir hayatın başlangıcıdır. Ötekilere hep zulme uğrayan Yahudilerin hikayesi anlatılır. Çocuklarının öldürülmesini, kadınlarına tecavüz edilmesini, hayvan gibi muameleye tabi olduklarını en mahrem detaylarına kadar anlatmaktan çekinmezler. Onlar tarihlerini mazlum edebiyatı üzerine inşa ettiler. Hak, hukuk ve bedenlerinin maruz kaldığı taciz kendi toplumlarının varoluş enerjisi oldu. Hiçbir zaman kahramanlık edebiyatı yapmadılar, ta ki devletlerini kuruncaya kadar.

Mısır’dan sürülmüşlüğün Kudüs’te sürgün verdiğini gördüklerinde bu hayatlarının dönüm noktası oldu. Bu sürgün bütün sürülmüşlüklerin ve sürgünlerin de başlangıcı oldu. Her sürülmüşlük hikayesi yeni sürgünler verdi. Ve böylece Yahudiler dünyanın dört bir tarafında kendilerine muazzam bir yaşam alanı oluşturdu. Her ne kadar insanlara gettolardaki tükenmiş, ezilmiş ve dışlanmış Yahudilerden bahsetseler de yaşamaktan zevk aldıkları o izole hayatlarda, sadece kendilerinin değil, ötekilerin de hayatlarını şekillendirdiler.

Gözyaşı, kin, nefret ve acı üzerine bir yaşam inşa ettiler. Onlar hiç kahraman olmadılar. Her daim şu fani dünyaya sığdırılamayan mazlumlardı çünkü. İspanya bile varlıklarına tahammül edememiş ve........

© Fikir Coğrafyası