Pandeminin üç dili: Bilim, duygu, sorumluluk
Türkiye 2025 sonbaharı, adeta unutmanın ve hatırlamanın arasında gidip gelen bir sarkaç. Pandeminin bıraktığı izler ise bu salınımın tam orta yerinde duruyor.
Bilim, dünyanın nasıl işlediğini anlatır;
Edebiyat, dünyanın nasıl hissettirdiğini;
Etik ise, bütün bunların arasında nasıl yaşanması gerektiğini.
Pandemi, bu üç dilin aynı cümlede birleştiği nadir anlardan biriydi. Belki de bu yüzden bıraktığı en kalıcı iz, bir hastalıktan çok daha fazlasıydı: Bir toplumun kırılganlığını, bağımlılığını ve eşitsiz yüklerini yeniden görme zorunluluğu.
COVID-19, yalnızca biyolojik bir olay değil, bir ontolojik ayna oldu:
• Kırılganız.
• Birbirimize bağlıyız.
• Aynı riski taşısak da aynı yükü taşımıyoruz.
Bu üç cümle, modern toplumun yüzyıllardır sürdürdüğü “özerk birey” anlatısına ince bir çentik attı. Meğer birey dediğimiz, bir solukla başkasının bedenine değiveren bir ağın düğümünden ibaretmiş. Bu hakikati reddedenlerle kabullenenler arasındaki çatışma ise hâlâ devam ediyor: Kamusal hayatta, siyasette, aile sofralarında, hastane koridorlarında…
Pandemi, etik düzlemde iki büyük soruyu yeniden açtı.
İlki: Bir toplum, içindeki en kırılganları koruyabildiği ölçüde mi etik sayılır? Yoğun bakım kapılarında ve ASM sıralarında görünür hale gelen şey yalnızca virüsün yayılımı değildi; eşitsizliğin dokusuydu. Aynı şehirde, aynı gün, aynı risk karşısında birileri evden çalışabilirken birileri metroya binmek........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
Daniel Orenstein
John Nosta
Rachel Marsden
Joshua Schultheis